/ Pazarın Sesi / İmanın iki mucizesi

İmanın iki mucizesi

Luka İncili’ni 7.Pazarı   Luka İncili 8:41–56

  1. FAYDA SAĞLAYAN ACI

Kafernaum’da havra yöneticisi Yaîr, korkunç bir sınavdan geçiyordu; trajik anlar yaşıyordu. Biricik, on iki yaşındaki kızı ölüm döşeğindeydi, her an hayatını kaybedebilirdi. Yaîr sokak sokak dolaşıyor, dünyadaki gerçek Tabip’i — İsa Mesih’i — bulmak için çare arıyordu. Onu gördüğü anda, ayaklarının dibine kapanarak diz çöktü ve kızını iyileştirmesi için evine gelmesi konusunda yalvardı.

Ama nasıl oldu da böylesine yüksek dini ve toplumsal konuma sahip biri, bu kadar tevazu gösterip Rabbin önünde yere kapandı? Mevkisini düşünmedi mi? Halkın gözleri önünde olmasından utanmadı mı? Şehrin Ferisîlerinin ona suçlama yöneltebileceğinden çekinmedi mi?

Hiçbirini düşünmedi. Onu ilgirendiren tek bir şey vardı: kızının kurtuluşu. Onu sarsan acı, gururunu parçaladı. Acı ve keder, onda zaten var olan küçük inancı güçlendirdi; umut verdi; onu derinden alçaltarak Rabbin ayaklarına bir kul gibi kapanmaya yöneltti.

Bizim hayatımızda da aynı şey olur. Dertler ve sıkıntılar bizi alçaltır, acizliğimizi hissettirir, kiliseye, Tanrı’ya yönelmeye mecbur eder. Orada diz çökerek Tanrı’dan dertlerimizi çözmesini, hastalıklarımızı iyileştirmesini, hayatımıza huzur vermesini isteriz.

Acı gerçekten faydalıdır: Bizi arındırır, yüreğimizi yumuşatır, kibri kırar, bizi göklerin yoluna hazırlar.

 

  1. RUHA DOKUNUŞ

Rab, Yaîr’in evine giderken kalabalık onu sıkıştırıyordu. Bu kalabalığın içinde, on iki yıldır kanaması olan bir kadın vardı. Sessizce yaklaşarak Rabbin giysisinin ucuna dokundu ve kanaması o anda durdu.

Rab, “Bana kim dokundu?” diye sordu. Herkes inkâr ederken, Petrus şaşkınlıkla: “Efendimiz, kalabalık seni sıkıştırıyor, yine de ‘Kim bana dokundu?’ diye soruyorsun?” dedi.

Petrus sorunun anlamını kavrayamamıştı. Kadının dokunuşu isteyerek, imanla ve ruhtan gelen bir dokunuştu. Kalabalıktakilerin dokunuşu ise rastlantısal ve dıştan idi. İnsan gözü bu farkı göremez. Ama Mesih’in gözü bu farkı açıkça görür.

İşte Mesih’in gözlerinin ayırt ettiği fark tam da budur:  kutsal kiliselerimize gelip göklerin ve yerin erişilmez Tanrısı’na dokunan biz tüm imanlılarda gördüğü fark sözkonusudur. Kaçımız ona ruhumuzla, saygıyla, korku ve imanla yaklaşırız? Kaçımız O’nu farkında olarak, alçakgönüllülükle ve tövbeyle Kutsal Sırları alırız?

Kutsal sunağa yaklaşıp da kime dokunduğumuzu, uzaklara dalıp gittiğimizi fark etmemek utanç vericidir. İşte bu yüzden ruhsal kanamalarımız iyileşmiyor.

 

  1. KALABALIĞIN GÜLMESİ

Yaîr’in evinde herkes ağlıyor, göğsünü dövüyor, acıyla feryat ediyordu. Rab onlara şöyle dedi: “Üzülmeyin. O ölmedi; sadece uyuyor.”  Bunu duyunca oradakiler O’nun sözleriyle alay etmeye başladılar. Onlara göre söylediği şey mantıksızdı.

Ancak işte tam bu alaylarıyla, kızın gerçekten öldüğüne dair en güçlü tanıklığı kendileri vermiş oldular; çünkü ölümün kesin olduğunu bizzat onlar doğrulamıştı. Bu da biraz sonra gerçekleşecek diriliş mucizesini tartışılmaz kılıyordu.

Tarih boyunca hep böyle olmuştur: Yahudiler, cahil balıkçıları küçümserken, Pentekost mucizesi ile dünyanın öğretmenlerine dönüştüklerine tanıklık ettiler.
Paganlar ve ateistler, küçük Hristiyan topluluklarıyla alay ederken, Kilise’nin çağlar boyunca süren zaferini istemeden ilan etmiş oldular.

Bugün de alay edenler vardır. Varsın olsun. Korkmayalım.
Farkında olmadan onlar da şunu ilan eder: Mesih, dünyanın ve tarihin gerçek Hâkimi’dir. Rab Tanrı yaşıyor!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İmanın iki mucizesi