Asil Cömertlik
Üstatın tüm yaşamı hibe, kendini tamamen başkalarına verme, çeşitli şekillerde ve her fırsatta özveri ve kendini feda etmekle geçmiştir : «İnsan iyi olanı yaptıkça erir, her yönüyle iyi olur ve kendi egosuna değer vermez. Başkalarının problemlerini içselleştirdiği ölçüde, kendi problemi kalmaz.»
Hastalar için dua ederken, «Allahım” derdi,” bu hastaya yardım et ve sağlığımı benden al» ve Tanrı’nın ona verdiği bütün hastalıkları sevinçle karşılardı.
Konitsa’da tedavi gördüğü günlerde, Bn. Pateras’a yardımcı olan Hrisanti adlı bir küçük kız da bağırsak kanseri olmuştu. Üstat küçük kızın acısını paylaşıyor, onu takdis ediyor ve dua ediyordu : «Mesihim, onun kanserini bana ver, hasta olması gereken benim.» Ve Tanrı bu talebe duyarsız kalmadı. Üstat, hayatının sonunda, dilekte bulunduğu gibi, çok ıstırap verici bir hastalık olan kansere yakalandı ve bu hastalıktan öldü. Oysa yaşamı boyunca hastaların, özellikle de kanserlilerin acısını paylaşmıştı.
«İnsanlar bana gelip ıstıraplarını anlatıyor, ağzım soğan yemiş gibi acıyla doluyor” diyordu, “zaman zaman da birisi gelip durumunun iyileştiğini yahut probleminin çözüldüğünü haber verince “Tanrı’ya yücelik olsun” diyorum, “bana bir parça helva veren de oldu.” Öteki, acılarından bahsederken, şişe kırıklarının üstüne otursam ya da dikenlerin üstünde yürüsem farkında bile olmam. Birisi acı çekiyorsa, ona yardımcı olabilmek için ölmeye bile hazırım.»
Bir gün, dertli bir gençle şapelde dizlerinin üstüne çökmüş dua ederken Üstatın hassas yüreği dayanamadı, gözyaşları içinde kaldı. Yaşları sel gibi akıyor ve oradaki seccadeyi ıslatıyordu. Başka şartlarda da, pek çok ayartıyla karşılaşan bir Aynoroslu ile birlikte hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Hıçkırıklar içinde kendisine ıstırabını anlatan bir gençle de… Sonunda, «Dur, yavrum, demişti, bizi gören olsa çıldırmış sanacak»
Kendisini, ruhanî ilerleyişini, kendi rahatsızlıklarını unutarak acı çekenlerin acılarını paylaşıyor; yürekten dua ediyordu : «Mesihim, ben kendime bakarım, sen benimle meşgul olma. Acı çekenleri dikkate al.»
Döktüğü göz yaşları ve içten dualarının yanısıra oruç da tutuyor ve çalışıyordu. Bir gencin bedensel ve ruhsal tehlikeyle karşı karşıya olduğunu duyduğunda, tehlikenin geçtiği haberini alıncaya kadar, günlerce ağzına bir lokma götürmemiş ve dua etmişti.
İhtiyaç duyan bir ruha yardımcı olabilmek için günlerce oruç tutardı. Bildiğimiz olayların bazıları şunlardır; Tanrı’nın iradesini bilmek ve nasıl bir yol tutacağını öğrenmek isteyen bir genç için, dağınık bir genç keşişin kendisini toparlayabilmesi için, manastır yaşamını seven ve bir tutkusunu yenmek için çabalayan bir genç için, zayıf bir keşişin ilerleme gösterebilmesi için, vs.
Büyük sevgisinin verdiği güçle tüm yaşamı boyunca oruç tuttu, kendini zora koştu ve dua etti. Onu harekete geçiren güç içindeki bu büyük sevgiydi. Çilelerini güzel kokular haline getiriyor, dualarını renklendiriyordu.
Cömertliğini ortaya koyan ve kendisinden dinlediğimiz başka bir örnek : «Bu günlerde öyle büyük bir sevgi duyuyordum ki içimde, kollarımı açtım, mümkün olsa ağaçlara süt annelik edecektim.» Çok sevdiği birisini bağrına basıyormuşçasına bir jest yaptı.
Gerçek cömertlikte böylesine bir mükemmeliyete ulaşmak için kendisini dikkate almazdı. Kendine [nefse] dönük egoistçe sevgiden (filautia) nefret ediyordu; onun yerine Tanrı ve insan sevgisini koymuştu. Bir Aynoros’lu anlatıyor : «Üstat Paisios’un özelliği kendisine değer vermemesiydi. Ona bir gün “Peder, gücünü bu kadar hesapsız harcama, biraz yavaş git” demiştim. Cevabı, “Ne yani? İnsanlar bana gelip problemlerini anlattıklarında kendimi mi düşüneyim?” oldu.»
Hayatının sonunda bile, bütün bitkinliğine ve sık sık gerçekleşen kanamalarına rağmen, gerekli olduğuna kanaat getirdiğinde, durumunu unutuyor, balkonun korkuluğuna tutunarak ya da döşek niyetine çöktüğü kalasın üstünde, «kardeşlerini yüreklendiriyordu».
Gerçekten de kendi nefsimize yönelen sevgiyi içimizden söküp atmadıkça Tanrı sevgisi yüreğimizde barınmaz. «Tanrı sevgisi ruhun dünyadan vazgeçmesidir[1].»
Saf sevgi hakkında şöyle diyordu : «Egomuzu terketmez isek, sevgimiz ne kadar büyük olursa olsun saf değildir. “Katışıktır”. Benliğimizden kurtulmayı başarırsak saf hâle gelir. Sevgimizin içinde benliğimiz yer alıyorsa, sevgimizin içinde egoizm var demektir.
Ne var ki egoizmle sevgi aynı arabaya koşulamaz. Birbirine sıkıca bağlı olan ikizler sevgi ve alçakgönüllülüktür. Sevgisi olanda alçakgönüllülük de vardır ve alçakgönüllü olanda da sevgi. Kendimizi zora koşabiliriz, çilekâr (askitik) mücadeleler yürütebiliriz ama sevgimiz saflaşmamışsa, ıslah olmamışsa, meyvelerini göremeyiz. Tanrı Büyük Antonios’a mucize gösterme nimetini bağışladı, çünkü onun sevgisi saftı. Sevgileri saf olmayan başkaları daha çok çalıştıkları halde gayretleri boşuna oldu».
Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994), kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)
[1] Suriyeli Az. İzak, [Konuşmalar], 69, s.354.