3 Ocak Yeni Şehit Efrem’i anma günü
Yeni Şehit ve keramet sahibi Aziz Efrem, 14 Eylül 1384’te Yunanistan’da doğdu. Aziz, henüz gençken babası vefat etti ve erdemli annesi yedi çocuğuna tek başına bakmak zorunda kaldı.
Aziz Efrem on dört yaşına geldiğinde, her şeye kadir Allah adımlarını Attika’daki Nea Makri yakınlarındaki Amoman Dağında bir manastıra yöneltti. Manastır Meleğin Meryem Ana’ya müjdesine ve ayrıca Azize Paraskevi’ye adanmıştı. Burada, tüm takipçilerinin taşıması gereken Mesih’in haçını sırtlandı (Matta 16:24). Allah sevgisiyle yanıp tutuşan Aziz Efrem, hevesle manastır disiplini altına girdi. Yaklaşık yirmi yedi yıl boyunca, büyük üstatların ve çilecilerin hayatını taklit etti. İlahi şevkle Mesih’i izledi ve bu dünyanın ayartmalarından uzak durdu. Allah’ın lütfuyla, ruhu yok eden tutkulardan arındı ve Kutsal Ruh’un meskeni haline geldi. Ayrıca rahiplik lütfunu almaya nail oldu ve sunakta büyük bir hürmet ve tövbekarlıkla hizmet etti.
14 Eylül 1425’te korsanlar deniz yoluyla başlattıkları istilayla manastırı yıktı ve çevresini yağmaladı. Aziz Efrem, onların kurbanlarından biriydi. Rahiplerin çoğu işkence gördü ve başları kesildi, ancak Aziz Efrem sakinliğini korudu. Bu korsanların öfkesini körükledi, bu yüzden ona işkence etmek ve onu Mesih’i inkar etmeye zorlamak için hapse attılar.
Onu yemeksiz ve susuz küçük bir hücreye kilitlediler ve Müslüman olmaya ikna etmek umuduyla her gün dövdüler. Birkaç ay boyunca korkunç işkencelere katlandı. Korsanlar, azizin Mesih’e sadık kaldığını anlayınca onu öldürmeye karar verdiler. 5 Mayıs 1426 Salı günü onu hücresinden çıkardılar. Onu ters çevirip bir dut ağacına bağladılar, sonra da dövüp alay ettiler. “Allah’ın nerede” diye sordular, “neden sana yardım etmiyor?” Aziz cesaretini kaybetmedi ve şöyle dua etti: “Ey Allah’ım, bu adamların sözlerini dinleme; iraden, takdir ettiğin gibi yerine gelsin.”
Korsanlar azizin sakalını çektiler ve gücü azalana kadar ona işkence ettiler. Kan kaybetmiş ve kıyafetleri paramparça hale gelmişti. Vücudu neredeyse çıplaktı ve birçok yarayla kaplıydı. Yine de düşmanlar tatmin olmadılar ve ona daha fazla işkence etmek istediler. İçlerinden biri yanan bir sopa aldı ve şiddetle azizin göbeğine sapladı. Çığlıkları yürek parçalayıcıydı, acısı o kadar büyüktü ki… Bedeni kan içindeydi ama durmadılar. Aynı acı azapları defalarca tekrarladılar. Vücudu tüm uzuvları sarsılarak kıvrandı. Kısa süre sonra aziz konuşamayacak kadar zayıfladı, bu yüzden sessizce Allah’a günahlarını bağışlaması için dua etti. Ağzından kan ve tükürük aktı ve yer onun kanıyla ıslandı. Sonra bilincini kaybetti.
Öldüğünü düşünen Türkler, onu ağaca bağlayan ipleri kestiler ve azizin cesedi yere düştü. Öfkeleri hala azalmamıştı, bu yüzden onu tekmelemeye ve dövmeye devam ettiler. Bir süre sonra aziz gözlerini açtı ve “Allah’ım, ruhumu sana teslim ediyorum” diye dua etti. Sabah saat dokuz sularında şehidin ruhu vücudundan ayrıldı.
Bu şeyler yaklaşık 500 yıl boyunca unutulmuş olarak kaldı, 3 Ocak 1950’ye kadar sessizliğin ve unutulmanın derinliklerinde saklı kaldı. O zamana kadar eski manastırın bulunduğu yerde bir kadın manastırı inşa edilmişti. Baş Rahibe Makaria (+ 23 Nisan 1999), manastırın yıkıntıları arasında dolaşırken, kemikleri etrafa saçılmış ve kanları Ortodoksluk ağacını sulamış şehitleri düşünüyordu. O an buranın kutsal bir yer olduğunu anlayarak, orada yaşamış olan pederlerden birini görmesine izin vermesi için Allah’a dua etti.
Bir süre sonra, belli bir yeri kazmasını söyleyen bir ses işitmişti. Eski manastırda onarım yapması için tuttuğu bir işçiye yeri gösterdi. Adam başka bir yeri kazmak istediği için orayı kazmak istemiyordu. Adam çok ısrarlı olduğu için Makaria Ana onu dilediği yere bırakmıştı. Adamın orayı kazmaması için dua etti ve bir kayaya çarptı. Üç dört yeri kazmaya çalışsa da aynı sonuçlarla karşılaştı. Sonunda, baş rahibenin ilk işaret ettiği yeri kazmayı kabul etti.
Bir süre sonra bazı molozları buldu ve öfkeli bir şekilde kazmaya devam etti. Başrahibe, orada bulmayı umduğu cesede zarar vermesini istemediği için ona yavaşlamasını söyledi. Oysa, bir azizin kalıntılarını bulmayı umduğu için onunla alay etti. Ancak, altı fit derinliğe ulaştığında, Allah adamının başını gün yüzüne çıkardı. O anda havayı tarif edilemez bir koku doldurdu. İşçinin rengi soldu ve konuşamaz hale geldi. Makaria Ana adama onu yalnız bırakmasını söyledi. Sonra diz çöktü ve aziz naaşı hürmetle öptü. Toprağı temizledikçe, azizin cübbesinin kollarını gördü. Kumaş kalındı ve uzun zaman önce dokunmuşa benziyordu. Vücudun geri kalanını da çıkartarak, bir şehide ait olduğu anlaşılan kemikleri çıkarmaya başladı.
Akşam olduğunda Makaria Ana hâlâ o kutsal yerdeydi, bu yüzden akşam duasını okudu. Aniden mezardan, avludan kilisenin kapısına doğru ilerleyen ayak sesleri duydu. Ayak sesleri güçlü karakterli bir adamınkiler gibi güçlü ve kararlıydı. Rahibe dönüp bakmaya korktu ama sonra bir sesin “Beni burada ne kadar bırakacaksın?” dediğini işitti.
Küçük, yuvarlak gözlü, sakalı göğsüne kadar ulaşan uzun boylu bir keşiş gördü. Sol elinde parlak bir nur vardı, sağ eli de kalbinin üstündeydi. Makaria Ana neşeyle doldu ve korkusu ortadan kalktı. “Beni affet,” dedi, “yarın Allah sabahı eder etmez seninle ilgileneceğim.” Aziz ortadan kayboldu ve başrahibe akşam duasını okumaya devam etti.
Seher vakti duasından sonraki sabah, Makaria Ana kemikleri temizledi ve onları kilisenin sunak alanındaki bir nişe yerleştirdi ve önlerinde bir mum yaktı. O gece Aziz Efrem ona bir rüyada göründü. Kutsal emanetleriyle ilgilendiği için ona teşekkür ettikten sonra, “Benim adım Aziz Efrem” dedi. Hayatının ve şehitliğinin hikayesini kendi ağzından duydu.
Aziz Efrem, Allah’ı ömrü boyunca ve en nihayetinde de vefatıyla yücelttiğinden, Allah ona mucizeler yaratma lütfunu verdi. Mukaddes emanetlerini iman ve sevgiyle tazim edenler, her türlü hastalık ve zaaflarından şifa bulur, kendisine duâ edenlerin dualarına çabucak icabet eder.
Aziz Efrem 3 Ocak’ta anılır.