/ Azizler ve din adamlarımız hakkında tanıklıklar / 6. Pavlus dünya uluslarına gönderilen El

6. Pavlus dünya uluslarına gönderilen El

                                          6. Pavlus dünya uluslarına gönderilen El

 

 

Dünyanın en ücra köşesinde bile yaşayan ulusların esenliğe kavuşmaları için

onları  aydınlatma görevini üstlendim”

 

     Suriye’nin Antakya şehrinden gelen Barnabas, Pavlos’u arayıp bulmak maksadıyla M.S. 42’nin baharında kalkıp Tarsus’a gitti. Hemen Yahudi mahallesine yöneldi. Orada Saul’un evinin günümüze kadar ”Havari Aziz Pavlos’un pınar gözü” diye bilinen bir pınara yakın olduğunu öğrendi. Orada kapsamlı bir tartışmadan ve kişisel deneyimlerini birbirlerine iletmelerinden sonra Kutsal Ruh’un gözetiminde tüm insanlığı esenliğe kavuşturacak tüm yüzyılların en muhteşem planının yürümesine karar verildi.

Barnabas Pavlos’a Antakya’da İncil hakkında verdiği vaazın sadece Yahudiler’in arasında değil, fakat özellikle putperestlerin etnik grupları arasında büyük yankı uyandırdığını anlattı. Bu kişiler, Yasa’nın gaddarlığını geride bırakıyor, putlara ibadet etmekten vazgeçiyor ve toplu halde vaftiz oluyorlardı. Mesih’ten bahseden İncil’in tüm dünyaya tanınmasını sağlamak maksadıyla, bu konuyu teolojik ve kilise temellerine dayalı tüm detaylarıyla sistemli bir şekilde ele alacak en uygun kişi Pavlos takdire değer görüldü.

Barnabas aracılığıyla Tanrı’nın Pavlos’a bu çağrısı, onun Tarsus’ta herkesten uzakta kaldığı zamanlarda arzuladığı tek şeydi. RAB İsa Kudüs’te ona göründüğü zaman, ”Seni uzak diyarlara yollayacağım” diye haber vermişti (Elç.İşl.22:21). Fakat tüm bunların uygulanması için Kilise’nin sorumlu temsilcisi tarafından onaylanması gerekiyordu.

Bu görev alanı keyfi olmaktan uzaktı ve orada alınan kararlar kişisel değildi.

          Tanrı, mesajlarını kişisel güveninin ötesinde, Kendi insanları ve Kilise aracılığıyla iletmekteydi.

İsa yolunda kardeş olan bu iki insan, misyonerlik gezilerinde, Helenistik dönemin en büyük merkezi sayılan Yalvaç’ı (Pisidya Antakyası) odak noktası olarak kullanmaya karar verdiler. Bu yüzden Tarsus’tan küçük bir mavna ile o devirde ulaşıma elverişli olan Kindu ırmağının kıyısına çıktılar ve oradan bir ticaret gemisiyle Antakya’ya hizmet eden Silifke limanına çıktılar. Hiç vakit kaybetmeden ormanlık tepeleri aşarak hedeflerine doğru ilerlediler. Beş saate yakın yürüdükten sonra kendilerini Asi (Oronthes) nehrinin çizdiği vadinin karşısına çıkaran bir tepeye vardılar. Önlerinde Roma ve İskenderiye’den sonra gelen Roma İmparatorluğunun üçüncü büyük şehri Antakya uzanıyordu. Bu şehir M.Ö 293 yılında, Büyük İskender’in generali Nikator 1.Selefkus tarafından babası Antiok’un onuruna kurulmuştu. Antakya (Antiocheia) adını taşıyan yirmiüç şehir kurulduğu için, bu şehre ”Büyük Antakya” adı verildi. Suriye’nin başkentiydi. Bu şehire birçok Yunanlı’nın (Atinalılar, Makedonyalılar, Giritlliler, Kıbrıslılar) yerleşmesiyle entelektüel ve ticari gelişme gösterdi ve Doğu Hellenizminin en önemli merkezlerinden biri oldu. Antakya kökenli Yuhanna Hrisostomos’un (Altın Ağızlı Yuhanna) öğretmeni ünlü filozof Libanius’un ders verdiği Antakya’daki Felsefe Fakültesi pek meşhurdu.

   Çok uluslu bu metropolde hükmeden dini unsur putperestlikti. Frigya, Mısır, Fenike, Suriye, İran ve başka ülkelerin ilahlarına iğrenç ibadet törenleri düzenleyerek tapıyorlardı. Fenike tanrıçası Astarte’ye insanların bile kurban edilmeleri alışık hale gelmişti. İnsanları kurban etme, fuhuş ve insanların tutkuları dinsel törenlerin dış örtüleri gibiydiler. Antakya İsa Mesih’in İncili’nin duyurulmasına ihtiyaç duyan bir şehirdi.

   Buna ilavetten Antakya halkının çoğu Yahudiler’den oluşmaktaydı. Kendi Sinagogları sayesinde birçok kişiyi kendi saflarına çekmeyi başarmışlardı. Bunlar, Musa’nın Yasası’na iman eden, sünnet olan ve böylece Yahudiler’in dinine kabul edilen eski putperestlerdi.

  Fakat birçok kişi, Stefanos’un kovuşturulması esnasında Kudüs’ü terkedip Antakya’ya yerleşince, İsa Mesih’e iman etmiş ve Hristiyan olmuşlardı. Kudüs Kilisesi onları desteklemek amacıyla, iyiliği ve azmi sayesinde birçok Yahudi’yi ve putperesti Kilise’ye çekmeyi başaran en saygıdeğer simalardan biri olan Barnabas’ı yollamıştı. Kendisi de, devraldığı bu yüce vazifeyi tek başına yürütemeyeceğini anlayınca,  önceden bahsettiğimiz gibi, becerilerini ve kişiliğini özellikle tanıdığı ve takdir ettiği Pavlos’u alıp getirmek için Tarsus’a koşmuştu.

  O zaman da, İsa Mesih’in iki Havarisi Kutsal Ruh’un önderliğinde meşhur şehir Antakya’ya doğru yöneldiler. Barnabas ve Pavlos ileride atacakları adımlarla ilgili ortak bir karara varmak için Kilisenin büyükleriyle görüşmek üzere yollarına devam ettiler. Barnabas Havarilerin geleneksel faaliyetlerini temsil ediyordu ve Pavlos bu Kutsal faaliyetlerin yeni bir kuvvetini oluşturuyordu. Kudüs, Yahudiler’in Hristiyanlığa iman ettikleri merkez, Antakya ise dünya uluslarının Hristiyanlığa iman ettikleri merkez olmuştu.

Sonunda Pavlos için hayatının en güzel dönemi başlamış oldu. İki arkadaş, Antakya Kilisesinin büyükleriyle birlikte, tüm bir sene uğraştıktan sonra, insanlığın selameti için benzersiz bir plan kurdular.

 Toplumun değişik tabakalarından gelen insanlar imanın hayat saçan tohumlarını kabul ediyorlardı. Özveri ile sevgiyi hiç tatmamış sıradan insanlar, işçiler, meslek sahipleri, köleler, İncil’i ve vaazları dinlemek amacıyla koşuyorlardı. Tanıdık evlerde toplanarak, insan kulu kılığına giren, Tanrı’nın mükemmel Oğlunun, fedakârlıklarla dolu hayatından, bizi esenliğe kavuşturan ölümünden, insan soyuna hayat ve ölümsüzlük veren Dirilişinden bahseden Pavlos’u dinliyorlardı. Cemaat, cumartesi geceleri, pazara doğru şafak sökerken, kan akıtmadan Kutsal Komünyon ile şükranlarını sunmak, İsa Mesih ile olduğu gibi kendi aralarında da birleşmek amacıyla toplanıyordu. Bu kutsal Rabbani Ayini, tüm bir hafta boyunca, Kilise’yi manen besliyordu ve imanlıları manevi bir ailenin içinde topluyordu. Bu insanların vaftiz olmadan önce ne oldukları hiçbir önem taşımıyordu; Yahudi, putperest, köle veya özgür vatandaş. Pavlos, o dönemde, ”İsa Mesih’in sayesinde, hepiniz birsiniz” diye vaaz veriyordu (Gal.3:28). Böylece her ırktan ve her yönden gelen insanlara kucak açan Antakya’nın ilk Ekümenik Kilise’si kurulmuş oldu. İman ettikleri O, RAB için İsa adından çok Mesih (Hristos – Christ) adını kullandıkları için, Antakya’nın geniş toplum kitleleri arasında Hristiyan (Christian) olarak tanınmaya başladılar. Müminler, ilk defa orada, Hristiyan diye adlandırıldılar  ve tüm dünyada o günden beri günümüze kadar bu terim ile tanınıyorlar (Elç.İşl.11:26).

    O yıl içinde, o iki Havari’nin hizmetleriyle, Rab’be inananların sayısı pek fazlaydı. Göründüğü gibi inançlarını sadece sözlerle belli etmekle kalmadılar, fakat aynı zamanda hayır işleri de yaptılar. Bu yüzden,  çok geçmeden açlığa ve yoksulluğa karşı (M.S.44 yılında, İmparator Claudius dönemi) Antakya’daki Hristiyanların her biri, elinden geleni yaptı ve etraftan topladıklarını, yardım olarak Barnabas ve Pavlos’un aracılığıyla Kudüs’teki Hristiyanlara da yolladılar (Elç.İşl 11:29-30). Kudüs’teki ve Antakya’daki Kiliseler kardeş Kilise ilan edildiler. Tabiatıyla kendi aralarında maddi ve manevi alanda ilişkiler kurmuşlardı. İnanç bağı, sevgi bağına dönüştü çünkü Pavlos’un öğretilerine göre sevgiye güç veren insanın inancıydı.

 

  Ses kaydιnι dinleyiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=JR-Qv0I5ZGY

Havari Aziz Pavlus’un Hayatı – Bölüm 6

 

SOTİRİOS TRAMPAS, PSİDYA METROPOLİTİ,  AZİZ PAVLOS, DÜNYA ULUSLARINA GÖNDERİLEN ELÇİ

 

6. Pavlus dünya uluslarına gönderilen El