Bütün zenginlikler benim
Luka’nın 9.Pazarı (Luka 12:16–21)
- BİZİ HASTA EDİYORLAR
Meseldeki zengin adam bir türlü huzur bulamıyordu, uykusunu kaybetmişti. Çünkü o yıl tarlaları çok fazla ürün vermişti. Ve o, bütün bu ürünleri kendisine saklamak, en küçük bir kayıp bile yaşamamak istiyordu. Bunu nasıl başaracağını bilemediği için zihni sürekli meşguldü, acı çekiyordu. Tanrı’ya toprağın verimliliği için ve kendisine aç insanlara yardım etme imkânı verdiği için şükredeceğine, kendini işkence dolu düşüncelere bırakıyordu.
“Ne yapayım?” diyordu. “Bunların hepsini nasıl yalnızca kendime saklayabilirim?”
Peki bu zengin adam ne kazandı? Sadece kaygı ve sıkıntı.
Biz insanlar, hastalıklı bir hırsla her gün daha fazla mal mülk edinmeye çalışıp hepsini kendimize saklamak istediğimizde ne kazanıyoruz? Para, ev, araba, konfor, banka hesabı…Ne kadar çok sahip olursak, o kadar daha fazlasını istiyoruz. Böylece endişeler, hesaplar, huzursuzluklar içinde boğuluyoruz.
Kazandığımız nedir?
Bize kesin olarak kalan tek şey stres ve bitmeyen kaygıdır.
- MUTLULUK VERMEZLER
Zengin adam mallarını nasıl koruyacağını düşünüyordu. Çözümü de buldu. Daha büyük ambarlar inşa edecek, böylece daha fazla mal depolayacak ve hepsini yalnız başına keyfiyle tüketecekti. Böylelikle mutlu olacağını, rahat edeceğini, nefsinin doyacağını düşünüyordu.
Ama gerçekten mutlu olabilir miydi?
Etrafında bu kadar aç ve perişan insan varken nasıl mutlu olacaktı?
Ya ertesi yıllarda da ülke verimli olursa? Ne yapacaktı?
Yeni yaptığı ambarları yıkıp yenilerini mi yapacaktı?
Kaç tane ambar yapacaktı? Bir, iki, üç, yüz tane?
Ve sonunda mutlu olacak mıydı?
Ya hırsızların gelip ambarları ateşe vermesinden, talan etmesinden duyacağı korku?
Oysa mallarının bir kısmını yoksullara dağıtsaydı, ne kadar mutlu olurdu!
Biz de aynı şekilde mutsuz oluyoruz. Mutluluğu maddi şeylere bağladığımızda yanılıyoruz. Şunu düşünmüyoruz. Bütün servet ne işe yarar eğer bizi çaresiz bir hastalık vurursa? Veya ailemiz sorunlarla doluysa? Ya da vicdanımız rahatsızsa? Maddi şeyler ruhumuzu doyurmaz. Çünkü ruh başka türden hazlar ister.
- BİZİM DEĞİLLER
Zengin adam korkunç bir hata yapıyordu. Sahiplik belirten “benim” kelimesini sürekli tekrar ediyordu: “Meyvelerim, ambarlarım, ürünlerim, mallarım, ruhuma…” Sanki hepsi sadece ona aitmiş gibi konuşuyordu. Oysa Tanrı’nın bereketi sayesinde sahip olmuştu bunlara. Hepsi Tanrı’nındı, o sadece bir emanetçiydi. Ama zavallı adam kendisini malın gerçek sahibi sanıyordu.
Ve kısa süre sonra bu malların hiçbiri artık ona ait olmayacaktı. Çünkü düşünmüyordu ki, aynı gece, evet aynı gece, bütün topladığı şeyleri kaybedecekti. Başkaları alacaktı.
Ve artık kime kaldığını bilemeyecekti. Mirasçıya mı, yabancıya mı, dosta mı, düşmana mı? Onca emekle biriktirdiği her şeyi kaybedecekti.
Biz de aynı hatayı yapıyoruz. Hastalıklı bir açgözlülükle maddi şeylere yapışıyoruz ama şunu unutuyoruz. Ne kadar sahip olursak olalım, bir gün hepsini bırakacağız. Çünkü biz sahip değiliz, sadece emanetçiyiz. Kendimizi kandırmayalım. Her maddi şeyin bir “son kullanma tarihi” vardır. Hem de bazen çok yakın…
- SON GECEMİZ
Zengin adam en önemli şeyi unutmuştu. Bir gece, evet aynı gece bu hayattan ayrılacaktı. Uzun yıllar hiç gelmeyecekti. Önünde sadece birkaç saat kalmıştı. Aynı gece, korkunç ruhlar canını almak için gelecekti.
Hangi gece? O gece ki mutluluk gecesi olacağını hayal etmişti. O gece ki sıkıntılarının biteceğini düşünmüş, huzurla uyuyacağını sanmıştı. İşte o gece, onun için dehşetin gecesi olacaktı.
Peki bizim son gecemiz nasıl olacak? Korku gecesi mi, sevinç gecesi mi? Bizi Tanrı’nın melekleri mi karşılayacak, yoksa korkunç güçler canımızı mı alacak? Son gecemizi ne kadar düşünüyoruz ve ona ne kadar hazırlanıyoruz?
Uyanalım artık. Gerçek hazinelerin bu dünyada değil, gökte olduğunu anlayalım. Yok olmayan, “çok yıllar için” değil, “sonsuz çağlar için” kalan hazineler…Ambarlarımızı göksel hazinelerle dolduralım. Sevgiyle, merhametle, iyilikle… Böylece son gecemiz, Tanrı’nın Krallığı’nın neşeli sabahına açılan tatlı bir şafak olsun.


