Lütfu aktarıyor
Nereye giderse gitsin, Üstat ilâhî lütfu yayardı. Şöyle derdi : «İlâhî lütfa, bu mânevî şefkate sahip olan, gittiği her yerde bunu elektrik akımı gibi yayar. Şeytanî bir mâneviyata sahip olan kişi ise içindeki şeytanlığı ânında çevresine yayar. Mânevî durumumuz başkalarını da etkiler.»
*
Konitsalı Vasilis Murahides anlatıyor : «Altı-yedi yaşlarında küçük bir çocukken, aynı yaştaki diğer çocuklarla birlikte Stomion manastırına çıkardım. Peder Paisios da aramızda olurdu.
Yol dik, tırmanması zordu. Yorulduğumu farkedince “Vasili” dedi, “yorulduğunda haç çıkar, değneğini de bana daya, böylece ilerleyebilirsin.” Patikada ilerlerken kendimizi dağdan yuvarlanmış kocaman bir kaya parçasının önünde bulduk; rahatça bir buçuk metre küp hacmi vardı.
“Peder Paisios” dedim, ”keşke bir hamal gelse de şu kayayı yolun kenarına itiverse !
― Unut dağ başında hamal bulmayı. Kayayı sen iteceksin.
― Nasıl iteyim ? Gücüm yetmez ki !
― Hele bir dene ! Haç çıkar, “Gőklerdeki Babamız…” duasını söyle. Başaracaksın. Ben de sana yardım edeceğim. Sen kayayı it, ben de seni iteceğim.”
O da biraz el verdi ve kaya yerinden oynadı. Kolayca bayır aşağı yuvarlanacak kadar yarın kenarında değildi ama önce biraz ilerledi, sonra bir köşe döndü, sonra da yardan aşağı yuvarlanıp gitti. İttiğim sırada üç kilodan fazla değilmiş gibi gelmişti. O zaman tam olarak ne olduğunun bilincinde değildim, biraz daha büyüyünce anladım.»
*
Korintoslu Yorgo Kurkuliotes’in tanıklığı : «Üstatı inziva hücresinde ziyarete gittiğimde, ayrılma vakti gelince beni kapıya kadar geçirirdi. Hafifçe başıma ve omuzuma dokunmayı âdet hâline getirmişti. Önceleri bu basit dokunuşla bana yaptığı yardımı pek anlayamıyordum. Böylece bana güç, cesaret ve güven verdiğini zamanla anladım. Bazen başıma dokunmayı unutursa, “Yeronda” diyordum, “kutsa beni.” “Gerçi ben rahip değilim ama… mâdem istedin..!” Ve avucunu başıma koyardı. O zaman bir şeylerin ondan bana doğru aktığını ve güçlendiğimi hisseder, güven içinde yanından ayrılırdım. Üstat Tanrı’nın lütfuyla doluydu.»
*
Selânik’te polis âmiri Angelos Horozidis’in tanıklığı : «Bir gün Peder Paisios ve Peder Grigorios ile Metamorfozi manastırından Selânik’e dönüyorduk. Daha yüzelli kilometre yolumuz vardı ve ben bitkin düşmüştüm, otuz saatten beri uyumamıştım. Her iki Üstat da arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Papuli (Peder Paisios), “Yorgunsun, değil mi ?” dedi, ”Direksiyonu bana bırak ve dinlen biraz.” Koltukların arasından geçerek şoför mahallinin yanındaki yere geçti. Biliyordum ki o güne kadar Üstat ne araba kullanmıştı ne de kullanmasını biliyordu, şaka yaptığından emindim. Ama emin olduğum başka bir şey de şu ki daha ben ne olduğunu anlamadan Suroti’ye varmıştık ve bende zerre kadar yorgunluk kalmamıştı.»
«Takdis böyle olur.
Konitsa bölgesinde Kallitea’da rahip olan Peder Haralambos Anastasis anlatıyor : «Bir gün Lavra Manastırının bayramından sonra Panaguda’da Üstatı görmek için altı saat yürümüştüm. Görüşmeyeli yirmibeş yıl olmuştu. Korulukta buldum onu. Beni hemen tanıdı; daha da ilginci, hizmete kabulümün ve rahip oluşumun da tam tarihlerini hatırlıyordu. “Peder, bir şeyler atıştıramaz mıyız ?” dedim. “Yanıma yiyecek almıştım” diyerek plastik torbasını gösterdi; üç küçük domatesi ve bir buçuk gevreği vardı ! Kendimi tutamadım : “Hepsi bu mu ?” dedim, “Dünden beri ağzıma lokma koymadım, bu domateslerden yirmi tane olsa yetmez bana.” “Papa* Haralambos” diye cevap verdi Üstat, ”bir dua okuruz, sen domatesleri takdis edersin, sayıları artar.” Torbayı açtı, haç şeklinde yırtarak örtü gibi yere serdi. Bana iki domates ile bir gevrek verdi, kendine de yarım gevrek ile bir domates ayırdı. Ayağa kalktık ve bir dua okuduk; Üstat ilâve etti : “Takdis et Peder.” Takdis ettim ve oturup yedik. Açlığım geçmişti, tamamen doymuştum. Sanki zorla tıka basa yedirilmiş gibiydim. Gevreği bitirecek hâlim kalmamıştı. Durmaksızın su istiyordum. Üstat ısrar etti : “Ye, Peder Haralambos, ye!” “Yiyecek hâlim kalmadı ki ! Doydum.” Bütün gün, nereye gittiysem ne bir şey yiyebildim, ne bir şeyin tadına bakabildim. Sadece su istiyordum. Bu durum garibime gitmişti. Dönüş yolunda yalnız kalınca düşündüm : “Takdis bu işte ! Mesih de böyle yapmamış mıydı ? Beş ekmekle iki balığı kutsamış ve kadınlarla çocukları saymazsak, beş binden fazla kişiyi doyurmuştu.”»
Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994), kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)