/ Kilise / Kutsal ve büyük hafta

Kutsal ve büyük hafta

 

 

Kutsal Diriliş Bayramı’ndan önceki  hafta,  Diriliş Bayramı olayına  katılmamız için yapılan  ruhsal hazırlığın doruk noktasına çıktığı haftadır. Büyük Hafta olarak da anılan Kutsal Hafta, süresinden dolayı değil öneminden dolayı bu şekilde anılır. Her saniyesi sonsuzluk değerindedir; Altınağızlı Yuhanna’nın  da  dediği gibi, bu Hafta’nın kurtarıcı olaylarına inanan, sonsuzluğu yaşar, sonsuz yaşamı miras olarak alır. Mesih’in Kutsal Çileleri insanın hayatını değiştirdi. Ortodoks Kilisemiz bizden onları yaşamamızı ve onlara katılmamızı hedefliyor.

 

Mesih’in Kutsal Çileleri, kendi iradesiyle seçimin azametini taşımaktadır. Yani Mesih bu yolu, kendi seçti, tasarladı, bizim adımıza  Şeytan’ı yenmek ve Gökyüzü’nün kapılarını isteyen herkes girebilsin diye açmak amacıyla gerçekleştirdi. Tanrı, yolunu kaybetmiş yarattığı insan uğruna kendini  feda etti. Mesih’in Kutsal Çileleri Kurtuluşumuz’un  tarihçesidir  ve ona ancak bu şekilde yaklaşırsak manevi fayda elde edebiliriz.

 

“İşte güvey, gecenin yarısında geliyor. Geldiğinde uyanιk bulacağı hizmetkara ne mutlu. Benzer şekilde layık değildir aldırış etmez bulacağı. Öyleyse dikkatli ol ey  ruhum,  uyku sana galip gelmesin, ölüme de teslim edilmeyesin ve Krallιğın dışında bırakılmayasın. Uyandır kendini  ve şöyle haykır:  Kutsal, Kutsal, Kutsalsιn, Sen Tanrιmιz Bedensiz Meleklerin aracιlιğιyla bize merhamet eyle.”

Bu ilahiyle, Dallar Pazar akşamı, Kilise’miz Kutsal Hafta’ya girer; Ruhumuz, tıpkı düğün gününü heyecanla bekleyen bir geline benzetilir. Güveyimiz Mesih’tir. Aniden ve habersizce gelir. Bu nedenle kilisnin orta yerine  “Güvey” İkonası yerleştirilir. Bu İkona ayık ve uyanık olmanın simgesidir.  Yorgun ve gündelik hayatımıza dalıp gitmiş bizlere, Rab ile buluşmamızın hayatımızın en önemli olayı olduğunu, Kurtuluş’a giden yolda özenle hazırlanmamız gerektiğini hatırlatır.

Kutsal Hafta’nın ilk üç günü Kilise bize  Kutsal Çileler’e  ve Diriliş’e doğru  ilerlememiz için gerekli  manevi  teçhizatları hatırlatır.

 

Kilise ritüeline  göre, her bayram, bir önceki gece yapılan akşam duasıyla başlar. Yani her akşam okunan ayinler, bir sonraki günün bayramıyla ilgilidir. Dallar Pazarı akşamı duasına katılarak Kutsal Pazartesi  gününde anılan olaylara  katılmış oluyoruz.

 

Kutsal Pazartesi Erdemli Yusuf ve Rab tarafından kurutulmuş İncir ağacına adanmıştır. İlk  “Ayık ve uyanık olma dersi”dir: Erdemli Yusuf’un kardeşleri, onu Mısır’a köle olarak satmıştı. Çalıştırıldığı evin sahibesi onunla günah işlemek için Yusuf’un kıyafetlerini çıkartmaya çalışıyordu. Yusuf, “Rabbimin  gözleri önünde bunu yapamam” diye bağırarak kıyafetlerini sahibenin ellerinde bırakıp  çıplak olarak gitmeyi tercih etti. Tanrı’nın her yerde olduğunu ve her şeyi gördüğünü hissetmek, kurtuluş yolunda ilerlemek demektir. Hayatta  çoğu zaman; uygun, rahat ve arzulanan ile fedakarlık gerektiren Rab’bin isteği arasında benzer bir ikilemle karşı karşıya kalacağımız anlar olur. Rahat bir hayat mı Tanrı’nın emirleri mi?  Tutkularımız ve Rab’bın hatırına bırakma cesaretine sahip olmadığımız her şey, bizi dünyaya bağlı tutan ağırlıklara ve nihayetinde bizi sonsuzluktan mahrum eden ilmeklere  dönüşür. İncil’in  bazı kurallarını adeten uygulasak bile yine de meyvesiz birer incir ağacına dönüşürüz.

Bir keresinde Rab zengin yaprakları olan ancak hiç meyvesi olmayan bir incir ağacı gördü ve tek sözüyle bunu kuruttu. İncir ağacına kızdığı için değil. Bize dışsal ve yüzeysel bir iyiliğin, sadece bazı şeyleri uygulamanın ve sadece bazı kurallara uymanın yeterli olmayacağı mesajını vermek için yaptı. Böyle yaparsak zengin, yeşil yapraklı incir ağacı oluruz. Rab, mücadelemizin manevi meyvelerini görmek istiyor; tövbe etmemizi ve gidişatımızı değiştirdiğimizi istiyor; ancak bu şekilde onunla karşılaşacağız.

 

Kutsal Salı günü kilise bize “10 Bakire Benzetmesi”ni hatırlatır. Unutmayalım ki Kilise’nin İlahi Güvey’i ikonası yani Mesih’in çile çeken ikonası, ibadet edebilmemiz için Dallar Pazarı gününden itibaren kilisenin merkezinde kalır. Rab, benzetmede olduğu gibi, geç kalan ve nihayet gece aniden gelen bir Güvey’e benzetilir.

 

Güvey’i bekleyen Bakirelerin 5’i hazırlanmıştır. Diğer 5’i hazırlanmamış, kandillerindeki  yağ bitmiş ve son anda koşarak yağ almaya gitmişlerdir. Ancak Güvey gelir, kapı kapanır onlar da dışarıda kalır. Kilise bugün bizi, hangi bakirelerin yanında duracağımızı seçmeye davet ediyor: akılsız bakirelerin mi? Akıllı bakirelerin mi? Rab bizimle buluşmaya gelecek. Bu  fırsatı değerlendirecek miyiz yoksa o geldiğinde orada olmayacak mıyız?

Tabi belki de, Tanrı’nın sevgisi bu kayıp olan fırsatın dışında başka fırsatlar da sunar. Çünkü o bizimle buluşmak istiyor. Ama hiçbir zaman hangisinin son fırsat olduğunu bilemeyiz. Güvey gecenin bir  yarısında  gelir. Ve burada “gece” doğal bir karanlık değil, henüz ilahi ışıkla aydınlatılmamış gözlerin körlüğüdür. Ve ışık olan Rab asla gerçekliğin kör tarafında değildir. Toplumsal kriterlere göre iyi birer insan olduğumuzda da karanlık tarafta olabiliriz.  Saygın, ama öfkeli, bencil, ve bize hükmetmesine izin verdiğimiz tutkularla dolu bir kişi olabiliriz. İşte o zaman mücadelemiz sınırlı kalır, ağır ve yorucu hale gelir. Beş akılsız Bakire de görünürde  saygındı. Ancak bir kişiyi sürekli daha iyi olmaya iten, Tanrı’nın istediği gibi olmaya iten, Rab’be  özlemden yoksundular. İlahi’nin dediği gibi  “Dikkat et ruhum!, ruhsal uykuya dalıp Krallığın dışında kalma”.

Kutsal Çarşamba, Rab’bin ayaklarını mür ile ovmuş olan fahişeye adanmıştır. Rab, onu, gururunu okşadığı için değil, O’nunla tanışmaya olan özlemini gördüğü için affetti. Bu kadın davetsiz bir şekilde, hoş karşılanmayacağını, alay edileceğini, kapı dışarı edileceğini bildiği bir Ferisinin evine daldı. Rab’bin ayaklarındaki  döktüğü mür,  tövbesini göstermesinin kendi yoludur.

Kilisemizin ilahilerinde bu fahişe ile Yahuda arasında bir karşılaştırma denenir. “Fahişe saçlarının tellerini Efendisine uzattı, Yahuda ise ellerini (para almak için) kanunları çiğneyenlere (Başkahinlere) uzattı. Kadın günahlarının affını, Yahuda ise ihanetin karşılığını aldı” diye terennüm etmekteyiz. Karşılaştırma şoke edicidir. Yahuda, Rab tarafından Elçi olmak üzere seçilmiş, sadık ve saygın bir öğrenciydi. O’nun Öğretisini dinledi, mucizelerini gördü, ölülerin dirilişlerini gördü, Rab tarafından diğer öğrencilerle beraber gönderildiği kısa yolculuklarda Mesih adına kendisi dahi mucizeler gerçekleştirdi. Ama bu onu kurtarmadı. Yahuda’nın savaşmamayı seçtiği ve  dikkatsizce üstesinden gelmeye çalıştığı ihtirası onu Kurtuluş’un dışında bıraktı.

 

Bir kez daha kilise, Rab’le buluşmda tövbe etmenin belirleyici rolünü vurgulamaktadır. Son bir çan çalar. (Son bir kez bizi uyarır) Günahlarımız için tövbe etmeden; tüm adetleri  yerine getirsek de, yumurta boyasak da, kuzu pişirsek de, paskalya mumları ve tatlıları hazırlasak da, Dirilişi deneyimleyemeyeceğiz, çünkü sadece bunları yaparak Rab’le buluşamayız. Rab’in gözünde günahları için tövbe etmiş bir fahişe, hazırlıksız ve akılsız bir bakireden ya da manevi mücadelesine aldırmayan bir öğrenciden daha değerlidir.

Ve tabii ki tövbe hayatımızda belirleyici bir an değildir. O andan itibaren bütün hayatımızdır. Yaşama şeklimiz ve seçimlerimizi yaptığımız kıstaslardır.

Kutsal Perşembe, Fısıh Yemeği’ne  adanmıştır. Rab, öğrencilerine Yeni Ahit’in öğretilerini ve Kutsal Efharistia Gizemi’ni emanet etmektedir. Rab, ağır ağır ölmekte olan insanoğlunu beslemek için Kanını ve Bedenini verir. Ve tüm bunlar, şatafatlı törenler yapılmadan, görkemsiz bir şekilde, ve çanlar çalmadan yapılır. O kadar basit ve mütevazı bir şekilde yapılır ki, öğrencilerin kendileri bile o anda olanın ne kadar önemli olduğunun bilincinde değillerdir. Çok sonra farkına varacaklardır. Bu yüzden, Fısıh Yemeği  “Gizli Yemek” olarak da anılır. Bu an,  insan  aklı için en büyük gizem olan, Rab’bin Kutsal Çilesinin başladığı tarihi bir andır.

Yahuda’nın ihaneti işleyip işlemeyeceğinden hala emin olmadığı bir zamanda, başkahinler onu yakalayıp yakalayamayacaklarını bilmedikleri bir sırada, Rab basitçe orayı terketse hiçbir şey olmayacakken, henüz failler elle tutulur hiçbir şey elde edememişken, Rab’bin Çilesi başlar!! Çünkü Rab’in Çileleri önce Rab tarafında Kutsal bir Tören olarak başladı sonrasında katiller tarafında bir suç olarak işlendi. Bu andan itibaren Rab, İlahi Doğasını bir kenara bırakır ve onu kullanmayacaktır. Çile’yi bir insan olarak çekecektir. Dolayısıyla hiç birimiz  “evet ama O aynı zamanda Tanrıydı. Ben O’nun yaptıklarını nasıl yaparım, O’nun gibi nasıl davranabilirim” bahanesini kullanamayacaktır. Çünku Rab, şu andan itibaren  bizi, yani insanoğlunu, bizim gücümüze denk bir güçle, mutlak olarak temsil edecektir.

Çileleri’nin ilk eylemi: öğrencilerin ayaklarını yıkıyor. Yahuda’nın ayaklarını dahil.  Bu eylemle, Rab, herkese büyük bir tevazu dersi ve Yahuda’ya planına devam etmeyerek bir kurtulma şansı verir. Rab’bin, İnsanoğlu için kendini kurban etmesi, kendi rızasıyla planlanmış ve her ne olursa olsun gerçekleşecek olan bir tasarıydı. Hain’e gerek yoktu. Yahuda’nın yaptıkları kendi kararıydı ve tamamen gereksizdi.

Rab’bin Yahuda’ya yardım eli uzatma çabaları daha önce başladı. İpuçlarıyla, yorumlarla, imalarla, ona ne planladığını ve ne düşündüğünü bildiğini gösterir.  Fısıh Yemeğinde  ona başka ipuçları da verir. «Sizler temizsiniz, ama hepiniz değil», «`Ekmeğimi yiyen bana el kaldırdı’ diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için böyle olacak. » v.s ama Yahuda etkilenmez.

Rab açıkça “Biriniz bana ihanet edecek” dediğinde, utanmadan sorar, “Ben mi Rab’bim?” Rab ise “Benimle ekmeğimi paylaşacak kişi” der ve Yahuda’ya lokmasını uzatarak onu açığa çıkarır. Lokmamızı en sevdiklerimizle, paylaşırız; kocamızla, çocuğumuzla. Bu o kadar nazik bir harekettir ki öğrencilerin kafası karışacak ve o anda haini ortaya çıkardığını anlamayacaklardır. Yahuda anladı ama yine etkilenmedi. İsa sonunda son silahını kullanıyor ve yüzüne karşı  açıkça, “ne yapacaksan çabuk yap” diyor, belki yapacakları değişir diye.

Getsemani  bahçesinde bile Rab ona kızmaz, bağırmaz ve sinirlenmez: «Arkadaş…İnsanoğlu’nu bir öpücükle mi ele veriyorsun?» diye sorar. Rab, haine “arkadaş” diyerek veda eder. Ama ne var ki, Yahuda, Rab’bin dostları arasına dahil olmamaya karar verir.

Rab, Fısıh Yemeği’nden sonra Getsemani bahçesinde, çok tedirgin bir gece geçirmişti. O kadar tedirgin ve o kadar ıstırap içindeydi ki terliyor ama ter yerine kan damlıyordu. Uzmanlar, insanın bu kadar acıya dayanamayacağını ve öleceğini söylüyor ancak Rab çarmıhta ölmeyi seçti, bu nedenle bu acıyı  deneyimledi ve bu acıyı yaşama karşı doğal bir sevgiyle insan olarak deneyimledi.  Rab’bin Getsemane Bahçesindeki duası bizim için en büyük tesellidir.  Acı çektiğimizde ne yapmamız  gerektiği ile ilgili bir örnek teşkil ediyor. Rab “Pederim, mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın” dediğinde her birimizi ifade eder, beni, seni, herhangi bir insanı ifade eder, zorluk ve acı çektiğimde acıdan büküldüğümüzde söylediğimiz şeyleri ifade eder. Çektiğim zorluğun ağırlığından gelen acımla  nasıl  başa çıkacağımı göstermek konusunda bana örnek teşkil edebilmek için Tanrı’nın bizzat  benim düştüğüm noktaya kadar düşmeye tenezzül etmesi  beni müteşekkir kılıyor. Dahası, duamın, Rab’bin Gestemani Bahçesindeki duasıyla aynı son söze sahip olduğu sürece, acı altında, bir insan olarak güçsüz hissetmem doğal olduğunu söylüyor: Yeter ki duam, “Ama benim istediğim gibi değil, senin istediğin gibi olsun” sözleriyle tamamlansın. Sorunlarımı  ele alma inisiyatifini Tanrı’ya bıraktığım sürece, Tanrı’ya, istediğimi söyleyebilir, ondan her şeyi isteyebilirim; çocuğun babasından isteyebileceği gibi.

Bu gecenin bir başka acı kısmı da Rab’bin sadece Yahuda’nın ihanetine değil aynı zamanda Petrus’un inkarına da maruz kalmasıdır. Rab bunun olacağını önceden görmüş ve öğrencisini uyarmıştı. Petrus kabadayılık ve kibirle herkes  terk etse bile O’nu asla terk etmeyeceğini belirtti.

Petrus kötü biri değildir. Tanrı tarafından kendisine bahşedilmiş pek çok yeteneği vardır; liderlik yeteneği gibi. Ancak tüm yeteneklerin kutsanması, arındırılması ve Tanrı’nın Yüceliğine sunulması gerekir: İçlerinde bencillik, kendini beğenme ve kibir barındırdıklarında kişinin kendisine  felaket getirirler. Bu Petrus’un alması gereken bir derstir, bu nedenle Rab bir süreliğine “koruma perdesini” (yani inayetini) kaldırır. Petrus Rab’bin yanındayken güçlü ve her şeyi yapmaya muktedir hissediyordu kendini. Bu açıklamaları yaparken onlara inanıyordu. Ama Rab kendisinden uzaklaşırken kendi zayıflığını hissediyor ve korkuyordu.

Daha önce sarfettiği sözlere sadık görünme gibi hastalıklı bir ihtiyaçtan dolayı Rab’bi uzaktan takip ediyordu. Şimdi ise bu sözleri hiç söylememiş olmayı diliyordu. Artık Rab’bi savunamazdı. Petrus, bir cariyenin  önünde Rab’bi inkar ettiğinde tehdit altında değildir, hayatı tehlikede değildir. Ancak bir cariyenin sözlerine bile dayanamaz.

Başkâhinin avlusunda, Rab’bin sözde mahkemesi sürerken, Petrus onu görmediğine, onu tanımadığına yemin eder ve  kendine lanet okur. Rab oradadır, biraz daha ilerde, ve öğrencisinin tehlikede olduğunu hisseder. Bir zamanlar Gennesaret Gölü’nde çıkan fırtınada Petrus batarken ve boğulmak üzereyken Rab onu kurtarmak için elini uzatmıştı. Şimdi öğrenci yine tehlikede, ama Rab ona elini uzatamaz çünkü  elleri bağlıdır.

Ona bakışlarıyla uzanır. Dönüp Petrus’a bir bakış atar. Kızgın değildir. Keder dolu acı bir bakıştır. Sonra horozun ötüşü duyulur. O’na “arkadaş” dediğinde Yahuda’ya da bir bakış attmıştı. Yahuda’nın aksine Petrus, Rab’bin kendisine sunduğu yardıma tutunmayı seçer. Dışarı çıkar ve acı acı ağlar. İşte bu ağlamaydı Petrus’un günahını temizleyen. 

Kutsal Cuma günü Rab’bin müthiş çilelerine adanmıştır. Kutsal Perşembe gecesi 12 “İncil” okunur. Bunlar, aslında, Kutsal Çileler ve sonunda Çarmıha Gerilmesi ile ilgili 4 incil yazarı tarafından yazılmış İncillerden yapılan 12 alıntıdır. İncillerden okunan bu alıntılarıda, İsa Mesih’in son öğretilerini dinleyecek,  mahkeme ve Çarmıha Gerilme olaylarını takip edeceğiz.

Başkahinler uzun zaman önce Rab’bi cezaya çarptırmış, şimdi ise aldıkları kararı meşrulaştırmak için yalancı tanıklarla bir mahkeme kurgulamaktadır. Ancak sonuç tatmin edici değildir, yalancı tanıklar çelişkiye düşer. Keşke Rab’bin biri dini, diğeri  siyasi, 2 mahkemesinin ayrıntılarını inceleyecek  kadar zamanımız olsaydı, ne yazık ki yok. Yine de ayrıntıları  4 İncil’de okuyabilirsiniz.

Sonunda Kahinler, doğrudan Rab’be “Sen Tanrı’nın oğlu musun?” diye sorarlar. Rab bu özelliğini inkar etmez. İşte o zaman Başkahin kızgınlıkla kendi giysilerini yırtar. Nihatetinde, O’nun kafir  olarak cezalandırılması için uzun süredir aranan  neden bulunmuştur. Ama Ferisiler ölüm cezasını ve hatta çarmıha gererek ölüm cezasını istedikleri için, bu kararın Roma iktidarı tarafından alınması  gerekirdi yani Pilatus tarafından. Ama Rab’bi oraya kafir suçlamasıyla götüremezlerdi, siyasi bir iddianameye ihtiyaçları vardı. Bu nedenle  Pilatus’a Rab’bin isyan suçu işlediğini, halkın vergi ödemesini engellediğini, kendisini  Yahudilerin kralı ilan ettiğini ve dolayısıyla Roma İktidarı için bir tehdit oluşturduğunu söylerler.

Rab’bin siyasi duruşması Vali Konağında devam eder. Pilatus, Rab’bin masum olduğunu anlar ve onu kurtarmak için  çaba sarf eder. Son çare olarak  onun hayatını bağışlamak  ister,  bu nedenle onu Barabas  ile halkın karşısında çıkarır, ancak Yahudiler Barabas’ın salıverilmesini seçerler. Ve eğer bugün  dünya hala  yanlış yöne gidiyorsa bu biz de, zaman zaman buna benzer seçimler yapıyoruz diyedir. Aramızda bir Mesih’in özgürce dolaşmasındansa bir Barabas’ın dolaşmasını tercih ediyoruz.

Pilatus  sorumludur. Çünkü yapması gerektiği gibi adaleti yerine getirmek yerine,  Yahudi liderlerini kızdırmamayı seçti. Bir yargıcın “Sanığın masum olduğuna karar veriyorum, ama siz ısrar ettiğiniz için onu mahkum ediyorum” demesi akıl almazdır. Ardından İsa Mesih Çarmıha gerilir.

Bu noktada, İncil’den alınan 5. Alıntı okunduktan sonra, her Kutsal Perşembe Akşamı, ortodoks kiliselerinde, Papaz, bir zamanlar Kirineli Simun’un yaptığı gibi,  Çarmıhı kilisenin ortasına  taşır ve kurar; Çarmıh’a gerilmiş İsa’nın ikonasını üstüne yerleştirir. Aynı anda şu ilahi söylenir:

 

Dünyayı suların üzerine asmış olan, bugün bir Ağaca asılıyor (3 kez)

Meleklerin Kralı olan O, dikenlerden örülü bir taçla süsleniyor.

Göğü bulutlarla saran O, alaycı erguvana sarılıyor.

Âdem’i Ürdün’de özgür kılmış olan O, yüzüne darbe alıyor.

Kilise’nin Güveyi, çivilerle deliniyor.

Bakirenin Oğlu, bir mızrakla deliniyor.

Senin Acılarına tapıyoruz ey Mesih (3 kez)

Bizlere görkemli Dirilişini de göster.

 “Bugün” kelimesine dikkat etmişsinizdir. Ayinlerin yapıldığı  ortamda zaman kavramı ortadan kalkar. Her komünyon aldığımızda o ilk ana gider ve Fısıh Yemeği’ne katılırız. Kilisedeki ayin esnasında olayları hatırlamaya değil,  deneyimlemeye davet ediliriz. Kilisede yapılanlar canlandırma  değildir. Biz o ilk ana gider ve Çarmıha Gerilme  sürecini yaşarız. Rab’bin Çarmıhına  ibadet ettiğimizde, tahta ve boyadan oluşan bir kopyasına ibadet etmeyiz. İbadetimiz Rab’bin kendisine ve çarmıha gerilmiş uzuvlarınadır. İbadet esnasında Mesih’in mezarını simgeleyen  “epitafios” masasını süslemek için kullanılacak çiçekler bırakırız.

Rab çarmıha  iki haydut arasında gerilir. Onu çarmıha gerenler, bu seçimle O’nun, Barabas’tan da kötü olarak değerlendirildiğine göre,  en büyük cani olduğunu göstermek isterler. Ancak bu seçimleriyle istemeden Yeşaya’nın kehanetini yerine getirirler. `O, suçlularla bir sayıldı’ diyen bir kehanet vardı.

Bu noktada bir ilahi: “Ey Mesih Allah, senin Haçın iki haydutlar arasında adalet terazisi oldu, onlardan birisi ağır küfürleri için cehennemin dibine indi, öbürüsü de samimi tövbesi için günahlarından kurtulup hafifleyerek ilâhî ilim bilgisine çıkıp cennete dahil oldu, ya Rab sana hamd olsun.” diye okunur.

Çarmıha gerilme imgesi yargı günü imgesi ile tezat oluşturmaktadır. Rab bizi yargıladığında, bildiğimiz türden bir mahkeme kurulmayacaktır, ama hepimiz otomatik olarak  almamız gereken yeri aslında seçtiğimiz yeri alacağız. Ya sağında kurtulmuş olanlarla ya da solunda kurtulmamış olanlarla. Burada, ilahinin de dediği gibi  Rab’bin Çarmıhı, herkesin kendi kararının tartıldığı bir terazi haline gelir. İsa’nın sol tarafında gerilmiş olan haydutun küfrü onu ölüler diyarına indirdi, İsa’nın sağ tarafında gerilmiş olan haydutun tövbesi onu hafifletip gökyüzüne çıkardı.

Çarmıha gerilme esnasında dramatize edilen olaylar: Rab’in sözleri, haydutların birinin değişimi, Rab’bin  son nefesi, Romalıların tepkileri, Rab’bin gömülme  koşulları ile iligli çok şey söyleyebilirdik

Ama fazla vaktimiz yok. Bu yüzden onları başka bir zamana bırakıyoruz.

Kutsal Perşembe akşamı, kilisemizde İncillerden okunan 12. ve sonuncu alıntı, Ferisilerin ikiyüzlülüğünü ifşa eder. Rab’bi mahkum ettiler ama rahat edemediler,  Çilelerini   ve Çarmıha gerildiğini  izlediler, O’nu ölürken gördüler ama  yine rahat etmediler.

Ertesi gün, Yahudi Paskalyasının Cumartesi günü, sabah erkenden Rab’bi şikayet etmek için Pilatus’a gittiklerinde, kendi yasalarını çiğneyen, bir dizi korkunç ihlalde  bulundular. Cumartesi Günü hiçbir şey yapmamaları gerektiğini söyleyen Musa Kanunu, bir   putperest ile temas eden herkesin kirlendiğini ve temizliğini geri kazanmak için bir veya iki hafta süren karmaşık bir  arınma ritüeli yapması gerektiğini emrederdi. Bu nedenle önceki gün Mesih’i Pilatus’a getirdiklerinde, kirlenmemek ve Paskalyalarını temiz bir şekilde kutlamak için Vali Konağına girmezler.

Ama şimdi o kadar   telaşlı durumdadılar  ki, hiçbir şey umurlarında değildir. Rab ölmüş ve gömülmüşken, Cumartesi’yi, hem de en kutsal Cumartesilerini, kirleneceklerine  aldırmadan çiğneyip en mantık dışı şeyi talep etmek için tereddüt bile etmeden, Vali Konağına girerler:  Bir mezarı ve bir ölüyü koruyacak askeri muhafız talep ederler.

Günahın insanı nasıl çıldırttığına ve  muhakeme gücünü nasıl körelttiğine dair klasik bir örnek. Ama Rab bu körlüklerini değerlendirir. İstemeden, gece gündüz nöbet tuttukları halde,  Pazar sabahı mezarı boş bulduklarına şahitlik edecek  12   yalanlanamaz Diriliş  şahidi sunmuşlardı.

Kutsal Cuma sabahı, Ortodoks Kiliselerinde, Mesih’in ölü bedenini çarmıhtan indirme töreni düzenlenir.  Papaz, Rab’bin bedenini  çarmıhtan alır ve çiçeklerle süslü  Epitafios (Mesih’in mezarını simgeleyen kutsal masa) üzerine yerleştirir. Baharın işareti olan çiçekler, Diriliş’in habercisidir. Çiçekler, toprağa canlılığını  kaybettiren Kış’tan sonra nasıl çiçek açıyorsa, Rab de dirilecek ve tüm ölüleri de berbaerinde diriltecektir. Sabahki ayinde Rab’bin şahsında gerçekleşen  Kutsal Çileler ile ilgili bazı kehanetler okunur. Mesih’in Kutsal Çileleriyle ilgili peygamberlik sözlerini söylemiş olan en büyük Peygamber, Yeşaya’dır. O kadar duygu dolu ayrıntılara kehanet eder ki Kilisemizin Kutsal Pederleri ona “beşinci  incil yazarı”  adını  takmışlardır.

Kutsal Cuma günü, sabahtan akşama kadar, Kiliselerin çanları  yaslı bir şekilde çalar. Akşamüstü ise “eggomia” olarak anılan bir dizi çok güzel ağıt beyitleri okuduktan sonra, epitafios alayını takip ederiz, yani İsa Mesih’in cenaze töreni düzenlenir. Eggomiaların içeriği ağıt niteliğindedir  ama sıradan matem ilahileri ideğildir. Kilisede  ölümüz ardından ağıt yakmayız. Rab’bin Sevgisinin ve Fedakarlığının yüceliği karşısında mest oluruz.

Bize dağıtılan epitafios çiçeklerini evde saklar, kurutur, tütsü olarak kullanırız.

Kutsal Cuma yılın en büyük yas  günüdür. Ortodoks İnancında kederle karışık bir sevinç ve huşu vardır. Ama yas uzun sürmez. İçine Rab’bin Dirilişi işlemiştir. Bu nedenle Kutsal Perşembe’den itibaren Rab’bin Çarmıha gerilme olayını anarken bile çiçekler  çıkar ortaya, Kutsal Cuma çiçeklerle doludur, Kutsal Cumartesi sabahı  “Ανάστα ο Θεός”  yani “Uyan ey Tanrı” sesleri duyulur ve Papaz defne yaprakları saçarken, Rab’bi, bir an önce bize Dirilişini göstermesine davet eder. 

Kutsal Cumartesi, aynı gece katılmaya davet edileceğimiz Diriliş beklentisi ve özlemi ile doludur. Rab’bin tam olarak  hangi anda dirildiğini bilmiyoruz. Dirilişinin Pazar sabahının erken saatlerinde olduğu düşünülür. Ancak biz kutlamaları yaşamak için sabaha kadar bekleyemeyiz. Cumartesi akşam kiliseye gider “Dirilişi” orada bekleriz. Tam olarak gece yarısında,  papaz,  templonun Orta Büyük Kapısından çıkar; her sene Kutsal Cumartesi sabahı, Rab’bin Yeruşalimdeki  mezarından   fışkıran alevden gelen “Kutsal Işığı” bize dağıtır ve biz bu kutsal ışıkla yanan Paskalya mumlarımızla,  ”Mesih ölülerden dirildi” ilahisini terennüm ederiz. Bu Kutsal Işıkla evimizdeki kandili yakar ve bu ışığı  bereket  olarak tüm sene boyunca evimizde muhafaza etmeye çalışırız.

Diriliş Bayramı’nın Seher Vakti Ayini ve Diriliş Gününe mahsus Kutsal Litürji,  şölen niteliğindedir; neşe ve minnet ruhu ile doludur. Bu günden itibaren 40 gün boyunca biriyle karşılaştığımızda “günaydın” ve “ iyi akşamlar” demez ”Mesih ölülerden dirildi” deriz. Ve cevap olarak “Gerçekten Dirildi” ifadesini duymak isteriz. Nasıl ki müjdeli bir haberi bir iki kere değil, sürekli tekrarlamak isteriz, önce günaydın deyip sonra müjdeli haberi verecek kadar sabrımız yoktur, aynı şekilde kalbimiz, Diriliş sevinci  ile doludur ve sürekli söyleme  ihtiyacı hissederiz.  Diriliş gecesi  yani Kutsal Cumartesi gecesi sevgi öpücüğü de veririz. Çünkü Dirilişi deneyimlememiz için iki şart vardır.  Hem tövbe etmiş olmak; hem de Rab’bi O’nun bizi sevdiği gibi sevmiş olmak,  yani bütün insanları ve düşmanlarımızı affetmiş olmak, onları sevmiş olmaktır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kutsal ve büyük hafta