Aziz Andreas Cemaatinin Gençlerine Mektup
Aşağıdaki metin 23 Ağustos 1984 yılında, o dönemde Aziz Andreas’ta ayinlere katılan, günah itirafı yapan ve yaşayan gençlere verilmek üzere yazılmıştır.
O zamanlar peder Gavriil ruhbanlığının on beşinci senesini dolduruyordu. Diyakon olarak Aziz Vasilios (Metsovou Sokağındaki) Cemaatinde beş yıl (1969-1974) ve peder olarak bugüne kadar hizmet ettiği Aziz Andreas Cemaatinde on yıl (1974-1984) olmak suretiyle.
Mektup birinci tekil şahısta yazıldı, çünkü o zamanlar peder Gavriil bugünün aksine cemaatin tek ruhbanıydı. Bugün ise yanında, Atinalı Azize Filothei’nin şehit olduğu yer olan Aziz Andreas Cemaatinde ve Urlalı Meryem Ana Manastırı’nda hizmet eden, bu cemaatin çocukları olan üç genç ruhban daha var.
Mektupta “Oropos’taki Yuva” diye geçen yer bugün Meryem Ana Manastırı’nın şubesi olan arazidir. Çünkü Oropos’un Markopulo bölgesinde yeni bir gençlik merkezi (“yuva”) kuruldu. Ayrıca “Atina’daki Yuva” diye geçen yer de cemaat gençlerinin Atina’daki buluşma noktasıdır.
Metni o zaman yazıldığı gibi yayımlıyoruz, çünkü güncelliğini hâlâ koruyor.
Yazı Kurulu
Aziz Andreas Cemaatindeki sevgili çocuklarım. Aziz Kilisemizi, beni, bağlılık ve sevgiyle kucaklayan fakat aynı zamanda bana manevî hayatlarını itimat eden kardeşlerim. İlk defa sizlere söylemek istediğim bazı şeyleri yazma ihtiyacını hissettim. Öyle hazırlıksız, rasgele.
Allah’ın insanseverliği, bu günlerde Kilise’deki hizmetimin peder olarak onuncu ve ruhban olarak toplamda on beşinci yılını doldurmama izin veriyor. Rab’bin bu dünyada bana hediye ettiği her gün, kendimi Mesih’e ve ruhbanlık (ki benim için aynı zamanda Allah’ın Krallığı için mücadele yolu oluyor) yoluyla kardeşlerime adayışımdan başka hiçbir şeyin bana bu denli büyük sevinç veremeyeceğini hissetmemi sağlıyor.
Bu yaşam yolunun daimî endişeleri ve ayartmaları olduğunu sizden saklamak gibi bir niyetim yok. Eksiklerim ve kusurlarım için gerçekten üzülüyorum ve geceler boyu ağlayarak sabahlıyorum, çünkü hayatımla sizlere aziz ve güzel bir örnek vermeyi başaramıyorum. Allah’ın insanseverliği bana teselli veriyor fakat beni rahatlatmıyor çünkü böyle bir şey şeytan için iyi bir fırsat olurdu.
Lütfen dinleyin beni,
Dostlarım,
Bana öyle geliyor ki son zamanlarda sizden uzak duran, yorgun bir insan izlenimi veriyorum. Benden sık sık buluşmamızı ve konuşmamızı istiyorsunuz ve ben de çoğu sefer buluşmamızı erteliyorum. Evet, itiraf ediyorum ki böyle bir şey oluyor. Lakin sizi temin ederim ki bunun nedeni sizlere karşı sevgi eksikliği değil, sizler Rab’bin bana Kilisemizin güzel bahçesinde ilgilenmem için emanet ettiği yaban çiçeklerisiniz. Bunun nedeni sizlerin beni hayal kırıklığına uğrattığınızı düşünmem de değil. Böyle bir şey yok.
Sorun sizde değil bende başlıyor. Yorgunluğumun sebebi cemaatteki sorumluluklarımın çokluğu ya da Oropos’taki koşuşturmalar da değil. Bunun sebebi çoğu sefer, Kilisemizin bana emanet ettiği bu şeyi, Rab’bin bana öğrettiği fakat aynı zamanda sükûnet ve yalnızlık anlarında keşfetmemi sağladığı şeyi sizlerle doğru paylaşmadığım hissi. Bunu sizlere olması gerektiği gibi canlı, sıcak ve güçlü bir şekilde aktaramıyorum ve bunun sonucunda da hepimiz bir sefalet, bahtsızlık ve etrafımızda gerçekleşen olaylara karşı umursamazlık haline kendimizi salıveriyoruz.
Bu günlerde, Oropos’taki “Yuvamız” sayesinde, birçok teknik elemanla, kamu hizmetleriyle ve günümüz insanıyla iletişime geçme fırsatım oldu. Öyle bir gidişat ve ahlak gözlemliyorum ki eğer tövbeyle Rab’be dönmezsek bizi bir çıkmaza sürüklüyor.
Sonra da bize dönüyorum, cemaatimize, sizlere ve endişem bir kez daha yenileniyor. Görüyorum ki baktığım bu cemaat çocukken hayal ettiğim cemaat değil. Ve şöyle diyorum: Bu insanlarla konuşmalıyım. Dürüstçe. Mertçe. Gerçekçi bir şekilde. Onlara diyeyim ki: Gerçek Hristiyan hayatı Allah’ın isteğine karşı derin güven ve inanç olmadan başarılamaz. Dua, sabır, oruç, uyanık kalma, fakirlik, sadaka, hoşgörü, kendine hakim olma, çabuk sinirlenmeme, alçakgönüllülük, saygı ve etrafımızda ihtiyacı olanlara yardım etme olmadan, kim olursa olsun, nasıl yaşarsa yaşasın gerçek Hristiyan hayatını yaşayamaz. Bugünlerde dünyamızda, eğer ağırbaşlılıkla ve ödün vermeden, tutarlılıkla ilerlemezsek Mesih’te özgür ve mutlu yaşam hissetmemiz mümkün değil.
Çocuklarım, Rab’bimize ve Kilisemize kendimizi adayışımızı yenilemeye çağrılıyoruz. Ve o zaman bizi O’na yakın tutan ne varsa gerçekten seveceğiz; duaları, Azizlerin yortularını ve Ortodoks ibadetini.
Her gün iletişimimiz aracılığıyla fark ediyorum ki şeytan bizi bir çıkmaza sürüklüyor. Elimizde bir valiz, tüm sene köyden köye, şehirden şehire, kıyıdan kıyıya, arkadaşlıktan arkadaşlığa, konuşmadan konuşmaya, Manastırdan Manastıra, dolaşıyoruz. Çağrımızı ve yönümüzü arayarak, araştırarak, bize neyin daha çok uyduğu hususunda kararlar alabilmek için.
Öyle düşünüyorum ki bu şekilde hayatımızın en güzel, en canlı yılları harcanıyor. Bir hayat ki sevinçten, kardeşlerimize ve Kilise’ye hizmet etmenin verdiği gerçek sevinçten mahrum. Biz Hristiyanları bir köşeye itmek, yanlış düşüncelerle güçsüzleştirmek, şeytanın neşe kaynağı, bu şekilde rahat hareket ediyor.
Hayatta her şey lazım, manastırlar da, deniz de, arkadaşlıklar da, konuşmalar da, ama her şey bizi tek amacımız olan Gökyüzü’nden (Cennet) saptırmayacak bir ölçüyle yapılmalı. Tembelliğimize bahane bulmayacak bir ölçüyle. Hayatımızın büyük kararları, kavgada, mücadele ve uyanıklık anında alınır, uyuduğumuz ya da gevezelik ettiğimiz zamanlarda değil. İyi asker vatanını, atalarının mezarını ve inancını savunacağı zaman, haçını çıkartıyor ve ilerliyor.
Şuan bizler de Kilise’nin askerleriyiz. Bunu unutmayın. Güç gösterisi yapmıyoruz, ama her gün tutkularının ve bencilliğinin kölesi olan bir dünyada özgürlüğümüzü savunuyoruz. Çocuklarımızın özgürlüğünü. Bu yüzden cemaatimizde çok genç görmek ya da insanların kilisemiz ile ilgili güzel yorumları bana yeterli gelmiyor. Şuanda gücümüzü ölçüyorum, gerçek gücümüzü, inancımızı fakat zekamızı da çünkü şeytanla savaşta bu da gerekli. Bunu yapmak benim sorumluluğum.
Agion Oros’taki pederlerin adlandırdığı gibi “Kötülerin kötüsü”, şeytan, bizleri uyutuyor. Kandırıldıktan bir süre sonra da uyandığımızda bize lazm olacağını düşüneceğimiz tek şey, ayrıcalıklı vücut özellikleri olan bir kız, yakışıklı bir çocuk, iyi bir iş, hızlı bir araba, en fazla iki çocuk, insanların bize verdiği değer, geniş ev ve dinlendirici yazlık. Rüyalarımız burada bitti, endişelerimiz kayboldu, düşüncelerimiz gömüldü çünkü artık hislere yer yok… Tüm bunlar romantik insanların, gençlerin imtiyazları gibi görünüyor. Peki onlar nereye gidecek? Toprağa…
En azından tüm bu şeylerle dolu yeni halimizde sevinç duygusunu hissedebilecek miyiz? Hayır. Genellikle bunların ardından herkes ve her şey için umursamazlık duygusu gelir, bir eşin diğer eşe baskı kurduğu düşüncesi, yalnızlık, yozlaşma. Çünkü aslında ne aileye inanıyoruz ne de ebeveyn olarak görevimize, çocuklarımıza vermemiz gereken doğru örneğe inanıyoruz.
Çocuklarım, bu noktada susamıyorum. İsyan ediyorum. Sizin yavaş yavaş ölmenizi ve acı çekmenizi seyredemem. İlaçlar lazım, dürüstlük ve sadelik.
Her zaman size altını çizdim fakat sürekli de tekrar ediyorum ki ruhbanlık hayatımda etrafımda hayranlar, bana adanmış bana bağlı insanlar olmasını istemedim. Bu kendime asla izin vermediğim bir şey, çünkü inanıyorum ki böyle bir ilişkinin ne manevî pedere ne de inançlı kişilere bir faydası yok. Bu bana sizlerle özgürce konuşmam için cesaret ve rahatlık veriyor.
Hiçbir zaman sizleri hayran ya da yandaş gibi görmedim. Fakat siz tamamen özgürce mücadelenizde bir manevî pederin tavsiyesini istediğiniz ve heyecanla başladığınız için, sizlerin tamamınızı yaban çiçekleri gibi gördüm, yabanların çiçekleri, dünyadaki varlıklarıyla bugün diğer insanların yetindiklerinden daha farklar şeylerin de var olduğunu hatırlatan yaban çiçekleri… Kilise sizlerle sevinsin diye fakat sizler de Kilise ile doyun, yakınında kalarak ya da ona katılarak yanlış bir şey yaptığınızı düşünmeyin diye, sizleri böyle gördüm.
Bugünün dünyası sahte çiçeklerle dolu. Seralar bizleri sahte çiçeklerle doldurdu, ne koku saçıyorlar ne de vazoda bir günden fazla dayanıyorlar. Bizlere ise dağ çiçekleri, yaban çiçekleri lazım, bakımlarını insanların değil Allah’ın yaptığı, zorluklar içinde doğmuş çiçekler. Fark ediyorum ki bu güzel, kutsanmış, aziz ‘yabanilik’ eksik hayatlarımızdan. Yerimizi, çevremizi tekrar bulmamız lazım.
Bu yüzden sizleri daha çok mücadele etmeye çağırıyorum. Tabii ki en başta kendimi. Herkesin dalga geçtiği, alay ettiği bu dünyada güzelliğimizle ya da kurnazlığımızla, zenginliğimizle, büyük kapılara ya da güçlü insanlara olan erişimimizle ayırt edilmeye çağrılmıyoruz. Fakat tam tersine, fakirliğimizle, aptallığımızla… Deliliğimizle, ama aynı zamanda da şerefli, dürüst ve aziz hayatımızla ayırt edilmeye çağrılıyoruz.
Bu sizleri korkutmasın çocuklarım, bu özgürlüktür. Sevinçtir. Hayattaki serüvenimiz ‘kandırmacalarımız’ ya da kurnazlıklarımız değildir. İnatlarımız ya da sinir bozukluklarımız da. Hayattaki serüvenimiz, Allah’la, kendimizle ve insanlarla doğru olma mücadelemiz olmalı. Bu yüzden bize neyin yardım edebileceğine bakmalıyız.
Sizden rica ediyorum, cemaatimizle daha yakından bağlantılı olun. Kilisemizle ilgilenin, ayinleri sevin, orucu kabul edin, dış görünüşünüzle aşırı uğraşmayın, sık sık komünyon alın, gençler, ilahi okuyucularına yakın durun, kızlar siz de yeriniden sessizce onlara eşlik edin, sunu ekmeği yoğurmayı öğrenin. Vefat etmiş ailelerimiz, akrabalarımız, cemaatimizden olan diğer kişiler için koliva yapmayı öğrenin, cemaatin sade insanlarına yaklaşın, hastalar ve yanılgıda bulunan kardeşlerimiz için dua edin, açlarla ilgilenin, kilisemizin duvarlarının hemen yanında olan meydandaki çocuklarımızı hatırlayın, fakat bizim gibi günahın ve inançsızlığın ağırlığı altında inleyen her canla da ilgilenin.
Sevinç, hayatımız anlam kazandığı zaman gelir. Orthros’u kaçırmamaya çalışalım, özellikle okulunuzun ya da işinizin olmadığı Pazar sabahları. Cumartesi akşamları eve erken gitmeyi öğrenin, öyle ki sabah rahat bir şekilde kalkabilesiniz ve aynı zamanda akşamdan dua etme fırsatınız da olsun. İlahî paydaşlığa katılacağınız zaman Komünyon Duasını mutlaka önceki akşamdan okuyun, sonra da Şükran duasın. Akşamları Gece Duasını unutmayın. Kendiniz, aileniz ve kardeşleriniz için, aynı zamanda da gün geçtikçe kendini harcayan ve tüketen tüm insanlar ya da artık bu dünyada bizlerle olmayıp Göksel Kilise’nin sevincini yaşayan kardeşlerimiz için tesbih duası yapın.
Manevî pederiniz için, episkoposlarımız, ruhbanlarımız, rahiplerimiz ve rahibelerimiz, manastırlarımız için dua edin. Yararlı kitaplar okuyun, özellikle Azizlerin hayatlarını. Derslerinizi ihmal etmeyin.
Hafta içi buluşamazsak ya da başka yerdeysek, Pazar günü ayinde mutlaka bir arada olalım, bu bizzat kendimiz için bir destektir fakat aynı zamanda kilisedeki genç yüzlerden kuvvet alan yaşça daha büyük olan kardeşlerimiz için de bir tesellidir. Bilmenizde fayda var ki yeni usül gelenekler ve bugünün insanlarının bencil yaşam tarzı, yaşlılara, özellikle yorgun ihtiyarlara bir güvensizlik hissi doğuruyor, bunu kendileriyle konuşurken gözlemleyebiliyorum. Sizin varlığınız onları dinlendiriyor ve yeniliyor.
Belki bazılarınız dualardan sonra hemen gitme ihtiyacı, belli bir dönemde sessizlik ihtiyacı hissediyor. Bunu acele etmeden yapsın. Acaba kardeşlerimi hor görüyor muyum diye düşünmeden. Tabi ki ayinden sonra buluşmamız da çok güzel bir şey. Sadece eğer yapabiliyorsak.
Düşünün, acaba “Atina’daki Yuva”yı tekrar hazırlamamız, düzenleyip değerlendirmemiz gerekiyor mu? Çıkabilecek masrafları düşünmeyin. Son olarak unutmamalıyız ki manevî pederimize ne kadar zaman verirsek ona dua ve okuma için o kadar olanak tanımış oluyoruz. Bu ona telefon etmekte ya da onunla görüşmeyi istemekte rahat hissetmememiz anlamına gelmiyor tabi ki, ancak onu neden istediğimizi ve onunla ne konuşmak istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Günah itirafında dürüst, net ve kısa olmayı öğrenelim. Gevezelik yapmayalım.
Lütfen cemaat hayatında girişimler yapın ve bana zayıflıklarımı ve yanlışlarımı gösterin. Zangoça ya da ilahi okuyucularına eksikliklerini söyleyin. Aynı zamanda dualarınızda bize ağırbaşlılık ve sessizlik içinde maddî olarak yardım eden kardeşlerimizi unutmayın. Bu insanlar çok sayıda ve çok yakınımızdalar.
Çocuklarım,
Aziz Kilisemiz, Annemiz olan Kilisemiz, sizlerin içinden rahiplerini, ruhbanlarını, iyi ebeveynleri ve doğru eşleri beklemesine rağmen sizden gücünüzün üstünde bir şey istemiyor. Sizi ne olursa olsun belli bir şeye, evliliğe ya da bekarlığa, ruhbanlığa, manastır hayatına ya da basit bir imanlının hayatına yönlendirmiyor. Yolunuzu kendiniz seçmeniz konusunda Allah’tan gelen özgürlüğünüze saygı gösteriyor. Tek işaret, sizi yönlendirdiği tek merkez Mesih’tir. Ve bu hepimiz için önemli. Mesih’i ruhban ya da rahip, basit bir imanlı ya da evli olarak yaşayacağımız ikinci sırada.
Mücadele aracılığıyla Mesih’in bizi ne kadar kuvvetle donattığının farkına varmalıyız. Mesih’teki özgürlüğümüz budur.
Çağrınızı tek başınıza ayırt etmeniz lazım, tamamen özgürce, etkilenmeden, tabi ki derin bir sorumluluk duygusuyla ve geç kalmadan. Korkmayın. Eğer başlarken haçınızı çıkartırsanız ve kişisel çıkarlar ya da şan gözetmezseniz Mesih’in sizin yalancı çıkmanıza izin vermesi mümkün değil. Sizi terk etmeyecek ve her zaman destekleyecek.
Kardeşlerim, gevezeliğimi affedin. Hayatımı ve örneğimi insanseverlikle ve hoşgörüyle yargılayın. Bu mektubumu ve Aziz Havari Pavlus’un şu sözünü asla unutmayın:
“Çünkü size yalnız Mesih’e iman etmek değil, O’nun uğruna acı çekmek ayrıcalığı da verildi…”
Aziz Andreas Kilisesi
23 Ağustos Perşembe, 1984
Azizler İstanbul Patriği Kallinikos ve Lyon Episkoposu İrineos’un yortusu
Naçiz kardeşiniz kardeşiniz
Peder Gavriil Tsafos
Çeviren: Rahip Nektarios