/ Manevi yaşam / Ruhların gümrükçü cinlerden geçişleri

Ruhların gümrükçü cinlerden geçişleri

Kutsal Kitap ve Kutsal Pederlerin Ruhların “gümrükçü cinler”den geçişleri hakkında öğretileri,

Kilise Pederlerinin öğretilerine göre, insan ruhu bedeni terk etmeden önce hatta terk etmeye hazırlanırken de, “gümrükçü cinler” denen kötü cinlerin varlığını hisseder ve gümrükçü misâli cinlerden geçeceği için korkuya kapılır.

Elbette baştan söylemeliyiz ki, gümrükcü cinlerin- kötü cinlerin- Mesih ile birleşenler üzerine hakimeyetleri yoktur. Doğru insanlar ne gümrükcü cinler diye söz edilenlerin önüne çıkacaklar ne de onların korkusuna kapılacaklar. Aziz Pederlerin öğretilerinden alıntı yaptığımızda tüm bunları daha iyi inceleyeceğiz.

Ruhun şeytanlar arasından geçişinin gümrükten geçiş olarak nitelendirilmesi, o zamanın gümrük memurlarının hareketlerine bağlı olarak alınmıştır. Aziz Pederlerimizin ruhun kötü cinlerin önünden geçişini neden gümrükten geçiş olarak nitelendirdiklerini anlamamız için bu konuya değinmemiz iyi olacaktır.

Eski zamanlarda, devletten kamu vergilerini satın alan ve sonra onları halktan toplayan kişilere gümrük memuru (veya vergi görevlisi)  denirdi[1]. Gümrük memurları iki sınıfa ayrılırdı. Birinci sınıf, en zengin ve iktidarın gücü ”gümrüğün adamı veya ondalıkçı” olarak bilinenleri kapsıyordu, ikinci sınıf ise gümrükçüleri içeriyordu. İlki Devletten vergileri satın alan genel tahsildarlar, ikincisi ise halktan vergileri toplayan ve bunları gümrüğün adamına veren yani ilkinin maaşlı hizmetkarlarıydı.

  Gümrükçüler efendilerine ödemeleri gerekenden daha fazla vergi topladıkları için adaletsizdiler. Bunun için eski toplumlarda çok kötü bir üne sahiptiler. Eflatün gümrükçülerin belli olan gelirlerden vergileri tahsil ettiklerinde değil de ”fakat gizli olanları çanak, çömlek ve yüklerin içinde aradıklarında ve altı üstü getirdiklerinde” ağır bastıklarını söylüyordu. Bunun için Theotoklitos’a en azgın vahşi hayvan kim sordukları zaman ”ormanda ayılar ve aslanlar, şehirlerde ise gümrükçüler ve başkalarına iftira edenler” diye cevap verdi.

Gümrükçüler alabildiğinde fazla vergi toplamaya çalıştıkları esnada, ağır ve haksız vergilendirmeyi karşılamaya güçleri yetmiyenleri ellerinden kaçırmamak için çeşitli yollar icat etmişlerdi bile, dar sokaklarda pusu kuruyorlardı ve yoldan geçenleri tutukluyorlardı ve onları borçlarını ödemeye zorluyorlardı. Bu, o dömemin insanları için çok tatsız ve nefret edilen bir sahneydi.

Aziz Pederler, bu çok tanınan ve nefret edilen sahneyi, zamanın insanlarına ölümün korkunç gizeminin ne olduğunu, ruhun ayrılmaya hazırlandığı esnada, özellikle insan bedenini terk ettiğinde ne gibi korkunç şeylerin meydana geldiğini anlamalarını sağlamaları için kullandılar. Mısırlı Aziz Makarios bunu karakteristik bir şekilde ”gümrükçüler dar sokaklarda pusu kurup yakından geçenleri ve kurtulmaya çalışanları yakaladıkları gibi, kötü cinler de öyle kolaçan ediyorlar ve ruhlar bedenlerini terk ettikleri esnada onlara sahip çıkıyorlar, tamamen arınmadıkları takdirde onların semaların üst seviyesine ulaşmalarına ve Rab’be kavuşmalarına engel oluyorlar ve havadaki cinler vasıtasıyla yollarını kesiyorlar.” diye ifade ediyor.[2]

Tabi ki gümrükcülerle ilgili bu görüntü o zamanın gerçekliğine aittir. Ancak ruhun bedenden çıkışı esnasında cinlerin insanların ruhlarını ele geçirmeye çalıştıkları öğretisi, Kutsal Kitap’ta ve Kilise Pederlerinin birçok metninde bahsedilmektedir. Ölümden sonra doğru kişilerin ruhları melekler tarafından teslim alındığını, tövbe etmeyenlerin ise kötü cinler tarafından alındığını daha önce görmüştük. Cinlerin insanlara duydukları nefretten dolayı, onların hepsine sahip olmak ve ebediyen onlara hüküm sürmek istiyorlardır. Fakat sâlihlerin üzerine hiçbir hak talep edemezler.

Kilise Pederlerinin gümrükcülerle ilgili olarak yorumladıkları ana ayet Mesih’in Kutsal Cefaları’ndan kısa bir süre önce söylediği sözlerdir:”…bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur.” (Yuhanna 14,30). Dünyanın egemeni, tüm dünyanın hükümdarıdır, o da şeytandır. Dünyanın hükümdarı olarak geçiyor çünkü gerçekten tüm dünyaya hükmettiği ve onu yönettiği için değil, adeletsizliğin dünyasını yönettiği içindir. Mesih, şeytanın kendisi üzerine gücünün yetmediğini teyit ediyor. Burada şeytana ve ölüme atıfta bulunuyor.

Aziz Elçi Pavlus, Tanrı’nın lütfundan yoksun olan manen ölü insanlara atıfta bulunarak şöyle yazıyor: ”Bir zamanlar suçlarından ve günahlarından ötürü manen siz de ölüydünüz. O zaman, Tanrı’ya itaatsizlik edenlere hakim olan şeytani ruhta, gök ve yeryüzü arasındaki kötü güçlerin efendisine itaat ederek bu dünyanın gereklerine göre yaşadınız.” (Efesliler 2 :1-2). Bu ayetten insanların, günahlarları ve şeytanın faaliyetleri sayesinde, ölü vaziyete geldikleri belli oluyor. 

Ayrıca şeytan, atmosferde (havada) olduğu ve sürekli insanlarla savaştığı için gök ve yeryüzü arasındaki kötü güç olarak nitelendiriliyor. Pederler bu görüntüyü göz önünde bulundurdukları için ruh bedeni terkedip yeryüzünden ayrılıp gökyüzüne yükselirken havanın hükümdarıyla karşılaştığını söylüyorlar, ayrıca bu hükümdarın itaatsiz insanların üstüne egemen olduğunu vurguluyorlar.

Ruhların ölüm sırasında onlara saldıran cinlerin arasından geçtiklerini belirtmek için Pederlerin Eski Ahit’ten kullandıkları birçok ayet bulunmaktadır. Bunların ikisi üzerine durmak istiyorum. Biri Peygamber Davut’un Tanrı’ya yönelik: ”Rab’im Sana sığınıyorum. Bana zulmeden ve bana saldıran herkesten beni koru. Gel Tanrım, hayatımın daimi düşmanı yanımda ve beni koruyacak ve kurtaracak kimse olmadığı için bana yardım et, öyle ki vahşi bir arslan gibi saldırıp ruhumu almasın.” diye mezmuruyla ilgilidir.(Mezmur 7,23).

Diğer ayet Peygamber Yeremya’nın kitabında bulunmaktadır. Orada şunlar yazılıdır: ”Ve var olan ateş gibi kemiklerimi yakıyor ve beni her yönden sarıyor ve gücüm karşı koymaya yetmez, etrafımı beni yargılamak için sardıklarımı duydum.” (Yeremya ….9-10).

Aziz Pederler tarafından kullanılan ana ayetleri aktardıktan sonra ruhların “gümrükten geçiş” hakkındaki öğretilerine gelelim. Önce onların “gümrükten geçiş” hakkındaki öğretilerinden alıntı yapıp devamında durumun mistik[3] yorumundan bahsedeceğiz. Daha sonra açıkça ortaya çıkacağı gibi doğru olanların ruhlarını korku sarmaz, çünkü onlar Tanrı’nın nimetine nail oldular ve cinler onların üstüne hak talep etmezler. Tövbe etmeyenlerin ruhları acı çeker ve cinlerin etkisine tabidir, aynı zamanda tutkuların faaliyetine tabidirler. Cinler mevcuttur, fakat tutkuların da faal olmasının etkisi vardır. Bu noktayı asla unutmamalıyız, çünkü onu umursamamak yanlış izlenimler yaratıyor. Bu bölümün okuyucusu Aziz Pederlerin öğretilerini dikkatlice incelemelidir.

“Sana sığınıyorum, bana saldıran herkesten beni koru…öyle ki vahşi bir aslan gibi saldırıp ruhumu almasınlar.” (Mezmur 2-3) diyen ayeti yorumlayan Büyük Aziz Vasilius der ki, hayatları boyunca görünmez düşmanlarla savaşan cesur insanlar, hayatlarının sonuna geldikleri zaman “ebedi hakim tarafından teftiş edilirler” öyle ki günahlarından ötürü yara, leke veya iz taşıyorlarsa tutsak tutulsunlar. Fakat onlar yenilmez ve tertemiz bulundukları takdirde “Mesih’in yanında sınırsız olarak gerçekten özgürce dinleneceklerdir.” Bu yüzden ölümün döşeğinde bulunan biri “kurtarıcının tek” olduğunu bildiğinden Kurtarıcı Mesih’e “teftiş zamanında beni kurtar öyle ki ruhuma bir aslan gibi saldırıp onu almasın” diye haykırıyor.

Mesih günahsız olduğu için şunu söyledi: “bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur.” (Yuhanna 14,30) Fakat insanın “dünyanın egemeni geliyor ve bana az ve zayıf etkisi olacaktır.” demesi yeterlidir.[4]

Ölüm saati korkunçtur, çünkü o anda insanın aklına günahları geliyor, üstelik korkunç şeyler de görüyor. Altın Ağızlı Yuhanna ölüm döşeğinde bulunanların karşılayamadıkları korkunç görüntüleri anlatan birçok insanın varlığına tanıklık ediyor. O kadar korkunç ki, o anın görüntüsü nedeniyle yataklarından aniden fırlıyorlar. Yani ruhun korkusundan beden de rahatsız oluyor ve beklenmedik bir şekilde tepki gösteriyor.

Aziz Altın Ağızlı Yuhanna, korkunç insanların görüntüsü karşısında şayet dehşet duyuyorsak, ruhun bedenden çıkışı esnasında tehditkar melekleri (bizi tehdit eden) ve ani güçleri karşımıza gördüğümüzde daha ne kadar çok dehşet duyucağımızı ekliyor. Bedeni terk eden ruh boşuna ve gereksiz yere dövünüyor.[5]

Yeni İlahiyatçı Aziz Şimon da bu konuya değinerek, özellikle Tanrı’nın Işığına sahip olanın, yanına gelen cinleri yendiğini, çünkü cinlerin İlahi Işık tarafından yakıldığını vurgulamaktadır. Bu, insan Tanrı’yı idrak etmeye çalışırken ve Tanrı’nın Işığını taşıdığı sürece, şimdi bile oluyor. Ruh bedeni  terk ettiğinde ise çok daha fazla olacaktır. Aziz, Tanrı’nın Işığıyla şeytanın tutuşturulmadığı takdirde, Hristiyan’ın yürüttüğü manevi mücadelesinin faydasız olduğunu söylüyor. Bu da manevi yaşamın özünün ve amacının insanın Işık ile birleştirmesi olduğu anlamına geliyor.

Aziz Simon: “Karanlığın efendisi bana geldiğinde ve beni saran ve kendisine tamamen aşina olan ihtişamını görünce, karanlık (iblis) erişilmez ışığınla tutuşacak ve onunla birlikte ona hizmet eden tüm güçler seni gördükleri anda kaçacaklar ve mühürlenecekler ve ben hiç korkmadan sana değeceğim ve sana erişeceğim ve işte şimdi tüm geçirdiklerimin acaba bedeli bu mu?” diye yazıyor.[6]

Son anda bile insan ruhunu zaptetmek isteyen cinler, Fotiki Bölgesi’nin Episkopos’u olan Aziz Diadohos tarafından karanlığın efendileri olarak nitelendiriliyorlar. Tanrı’yı seven insan korkuya kapılmaz ve kendisi karanlığın efendilerinin önünden hiçbir engele takılmadan geçecektir. Tanrı’nın sevgisinden hoşnut olan insanın ruhu, bedeni terk ettiği esnada “tüm karanlık güçlerin aşamalarının üstünden geçerek, meleklerle birlikte huzur içinde hareket ediyor.” [7]

Bu nedenle kutsal Pederler, cinlerin varlığını ve insanlara karşı saldırgan öfkelerini vurgulamakla yetinmezler, aynı zamanda onların tehditlerinden nasıl kaçabileceğimizi de vurgularlar. Kişi tüm günahlarını itiraf ederek cesaretsizlik ve korkunun ürkekliğinden kurtuluyor, Mesih’in sevgisiyle dolup taşıyor ve o zaman cinlerin kötülüğünden azad oluyor. Şeytanın onun üzerinde hiçbir hakimiyeti  yoktur.

Başrahip Yeşaya, bedeni terk ettiği anda insanın ruhuna yaklaşan cinleri “karanlığın efendileri” veya “hilekarlığın efendileri” olarak nitelendiriyor. Ruh insanın bedenini terk ettiği anda kendisine meleklerin refakat ettiğini öğretiyor. Fakat aynı zamanda karanlığın cinleri onu karşılamak ve ele geçirmek için ortaya çıkıyorlar. O anda melekler şeytanla savaşa girişmiyorlar, fakat insanın önüne kendisinin yapmış olduğu hayırlı işlerle bir duvar örüyorlar, ve insanın hayatında yaptığı hayırlı işleri sayesinde şeytanı yendiği anda “melekler onu şeytanın hakimiyetinden kurtulduğunu gördüklerinde onunla beraber seviniyorlar.” Bu yüzden Başrahip Yeşaya bizim barışı, hayırseverliği sevmemizi, Tanrı’yı ve Adaletini incelememizi ve dünyanın ihtiyaçlarını ve itibarını görmezden gelmemizi çağırıyor. [8]

Kutsal Keşişlerin sözlerinin ve hayat hikayelerinin anlatıldığı “Yerondikon” kitabında Başepiskopos Theophilos’un  ruhun bedeni terk ettiği esnada melekler ve cinler arasında bir mahkeme olduğunu iddia eden ve bizi ilgilendiren konuyla alakalı bir öğretisi vardır. Cinler “doğuştan itibaren o ana kadar bilinçli veya bilinçsiz olarak işlenen günahları” sunuyorlar ve insanı suçluyorlar. Ayrıca melekler, o kişinin ruhu tarafından işlenen hayırlı işlerden de söz ediyorlar, o zaman yargılanan ruh büyük korku içindedir.

Cinler kazandığı takdirde “imansızı kovun, Rab’in şanını görmesin.” diye bir ses duyuluyor. Şayet galip gelip ve özgürlüğü ilan edilirse cinler mahçup oluyor ve melekler ruhu alarak onu ”sözlerle ifade edilmeyen o sevincin ve şanın yoluna” doğru götürüyorlar.”[9]

Bu iddiaları, Pederlerin birçok metninde rastlıyoruz. Rahip İsichios karanlığın efendisi geldiği zaman az ve hafif günahlar bulmasını diliyor.[10] Ayrıca ruh beraberinde Mesih’i taşıdığı zaman “O en kısa sürede onun intikamını alacaktır.” diye öğretiyor.[11]

Ayrıca aziz Theognostos sâlih ruhun “yükselirken neşeli ve coşkulu meleği duyarak” semalara ulaşacağını söylüyor. Onun yardımı sayesinde hiçbir engele takılmamış ve kötü ruhların gözetiminden sıyrılmış olarak havadan geçiyor.” [12]

Aziz Pederler tüm bunları hayal güçlerine dayanarak değil deneyimlerini ifşa ederek öğretiyorlar. Bu bilgiler onlara bazen diğer aziz insanlar tarafından emanet edildi, bazen de Tanrı’dan aydınlanarak müthiş deneyimler yaşadılar.

Büyük Antonios bizzat kendisi, bir zamanlar öyle müthiş şeyler görme noktasına erişti. Hücresinde bulunduğu sırada, alınıp göğe götürülmüş ve o zaman kendisinin bedenini terkettiğini ve muhtemelen meleklerin önderliğinde havaya doğru yükseldiğini gördü. Bazı iğrenç ve korkunç varlıklar, onun semalara yükselmesine engel oldular ve kendisinin bazı eylemleri için hesap sordular. O zaman Büyük Antonios’a yol gösterenler o korkunç şeytanlara doğum anından itibaren işlediği günahları Tanrı’nın bağışladığını ve onu sadece keşiş olduğu andan itibaren işlediği günahları için itham etmeleri gerektiğini söyleyerek onlarla savaşa giriştiler.” O zaman itham edenler onun hiçbir suçunu bulamadılar ve yolu açık ve engelsiz oldu.” [13]

Büyük Antonios’un başka bir korkunç anlatımında şuna işaret ediliyor: Gece esnasında bir ses Büyük Antonios’u uyandırdı ve onu hücresinden dışarı çıkıp bakmasına teşvik etti. Sonra gerçekten “uzun suratlı, iğrenç ve korkunç” birini gördü ki, o, ayakta duran şeytanın ta kendisiydi ve ellerini havaya kaldırarak bazılarını esir tutuyordu, bazılarının da yükselmelerine engel oluyordu, fakat elinden kaçırdığı bazıları için dişlerini gıcırtıyordu. Büyük Antonios’a bu rüyetin “ruhların gümrükçü cinlerden geçişleri olduğu” açıklandı.[14]

Sinalı Aziz Yuhanna Peygamber İlyas’ın mağarası yakınında Sina Dağı’nda münzevi yaşam süren keşiş Stefanos tarafından görülen korkunç bir rüyeti anlatıyor. Ölümün arifesinde gözleri açıkken vecid haline düştü ve yatağın çevresinden bazen sağa, bazen de sola bakınıyordu. Etrafındakiler sanki bazıları tarafından sorguya çekiliyormuş gibi yanıt verdiğini duyuyorlardı. Bazen “Evet aynen öyle doğrudur, fakat ben bunun için belirli süre oruç tuttum.” Bazen “Yok, siz yalan söylüyorsunuz, ben öyle bir şey yapmadım” bazen “evet bu doğrudur, fakat ben ağladım ve bunun için hizmetlerimi sundum”, bazen de “gerçekten beni suçlayın” diye cevap veriyordu. Birkaç kez “evet, bunlar doğrudur ve bunların karşısında diyeceğim hiç laf yoktur. Merhamet Tanrı’nın elindedir” dediği oldu. Sinalı Aziz Yuhanna bunun dehşet verici ve korkunç bir rüyet aynı zamanda “görülmez ve affedilmez bir itham” olduğunu söylüyor. En korkunç olanı ise onu yapmadığı şeylerle suçlamalarıydı.[15]

Alıntısını yaptığımız metinlerde, Kilise’nin Kutsal Geleneğinde, besledikleri kinden ve sırf kötülük olsun diye insana sadece tüm hayatı boyunca değil aynı zamanda ruhu bedeni terketmeden az önce ve terkettikten sonra savaş açan havada bulunan şeytani ruhlar, gümrükçü cinlerin varlığından söz ediliyor.

Fakat Kilise Geleneğinde cinlerin Tanrı’nın halkı üzerinde hakimiyeti olmadığı açıktır, çünkü Tanrı’yı kuşananlar öyle bir işkence yaşamazlar. Dünyanın Efendisinin, Mesih’in üstüne hiçbir hakimiyeti olmadığı gibi Mesih ile birleşen insanlara karşı gücü yetersidir. Bu nedenle Aziz Pederler, karanlığın efendisi ve kötü ruhların üzerimize tesir etmesinler diye Ortodoks inancıyla ve Pederlerimizin dualarıyla, Kilise ilkelerine göre tövbe, günah itirafı ve manevi çalışmayla yaşamımızı sürdürme, aynı zamanda yaşantımızın kilise dahilinde olması gerekliliğini savunuyorlar.

Gerçek şu ki, ruh bedeni terk ettiğinde, özellikle arınma eksikliği (günahları için tövbe edip günah itirafı sakramentine katılmamış) olan insanlarda büyük bir savaş veriliyor. Korkunç olan şey, zamanımızda birçok insanın ölüm saatinin ne kadar korkunç olduğunu kavramış olmadan ölmesidir. Yani günümüzün hastaları ve güçlü ilaçların tesiri sonucu insanın hem ruhunu hem bedeninin yapısını değiştirmekte ve bu kritik saatleri uygun dikkatle, Tanrı korkusuna odaklanıp dua ederek geçirmesini zorlaştırmaktadır.

Tabi ki ilaçlar hastalıklardan daha fazla acı çekmememize yardımcı oluyorlar, fakat aynı zamanda tüm bedensel ve ruhsal yapımızı değiştiriyorlar ve bu olaylardan haber almamıza ve Tanrı’dan rahmet dilememize engel oluyorlar.

Bu saatler çok kritiktir. Bu yüzden Tanrı’dan korkanlar ve o kritik olayların bilincinde olanlar o saatin olaylarına farkında olmaları için dua ediyorlar. Bu gerçekten herbirimizin tüm yaptıkları için tövbe etmesi, Tanrı’nın merhametini dilemesi için bir fırsattır. Öyle korkunç bir zamanda manevi uyanıklık önemlidir. Bu yüzden Kilise, Tanrı’dan bizi “ani ölümden” kurtarmasını diliyor.

Gümrükçü misali/rölünde cinlerin varlığını iki farklı açıdan ele almalıyız. Bir yandan cinlerin nefreti, diğer yandan ise tutkuların varlığıdır. Pederlerin öğretisinde, sözkonusu cinler hakkında farklı bir tefsir mevcuttur. Tabi ki, karanlığın efendilerinin ve hilebaz ruhların varlığı hiç göz ardı edilmiyor.

Bu noktada Kilise Pederlerinin gümrükçü cinler üzerine mistik öğretilerine dikkati çekmemizi arz ederim.

Az önce bahsettiğimiz gibi, ruh insanın bedenini terk etmek üzereyken hayatında işlediği günahlar aklına geliyor. Gerçekten bu tahammül edilmez bir durumdur. Altın Ağızlı Aziz Yuhanna bu konuya değiniyor. Bize insanın yaşamının son günlerinde “günahlar ruhu büküyor” diyor, yani günahlar ruhu karıştırıyor. Bu, “yüreği kökünden rahatsız eden” tutkularla ilgilidir.[16] Tutkular tatmin olmak istiyorlar, fakat insan buna karşılık veremiyor. Bu çok korkunç bir durumdur.

Ruhun bu tatmin olamama durumu, bedeni terk ettiğinde daha da yoğunlaşıyor. Nysalı Aziz Gregorius (Saint Gregory) kız kardeşi Makrina’nın ağzından böyle bir yorum ekliyor. Diyor ki uzun süre pis yerlerde kalan ve ileride temiz havada kalsalar bile hala pisliğin iğrençliğini taşıyan insanlarda olduğu gibi ruh bedeni terkettiğinde aynı durum mevcuttur. Şehvet düşkünü insanlar erdemli ve hassas bir yaşama dönseler bile, şehvetin pis kokusundan kendilerini kurtaramazlar. O zaman ruh, maddi değerlere daha çok önem veriyor ve bu yüzden ”taşıdığı hüsran daha da ağır oluyor: ”Aziz Gregorius bazısının söylediği doğruysa, bedenlerinin bulunduğu yerlerde ölülerin hayaletlerinin ortaya çıkması, ruhun bedeni terk etse bile, maddi dünyayı terk etmek istemediğinin bir işareti olduğunu ekliyor.[17] Zengin adam ve Lazarus’un benzetmesinde, Zengin adamın Hades’te (Ölüler Diyarı) bulunduğu süre akrabalarıyla ilgilendiği anlaşılıyordu, bu da şehvet düşkünü insanların ruhları maddi dünyanın bir parçası olan tutkulardan kopamadıklarını kanıtlıyor.

Ortodoks Geleneğe göre tutkular fiziksel ve ruhsal olmak üzere ikiye ayrılır. Ruh ve beden arasında birliğin var oluşu yüzünden fiziksel ve ruhsal tutkular arasında bir etki mevcuttur. Ruhsal tutkular bedenin duyuları aracılığıyla faaliyete geçerler.

Ruh bedeni terk ettiği zaman tutkuları tatmin edemez. Tatmin edilmeyen tutkular ruha dayanılmaz acı ve boğucu durum yaratıyor, yani ruhu boğuyor. Bu gerçek bir cehennem azabı ve korkunç acı doğuruyor. Bu yüzden aziz Pederler ruhun mevcut hayatta bulunduğu süre, çıkışından sonra hafif ve özgür olsun diye tutkulardan arınmasını tavsiye ediyorlar. İnsan ruhu Tanrı’nın Kendisi tarafından tatmin edilmeli ve cezbedilmelidir.

Ruhun bedeni terk etmesinden sonra kendisini meşgül eden diğer bir problem mevcuttur. Nyssalı Aziz Gregorius, her doğanın benzerleri ve akrabaları tarafından cezbedildiğini öğretiyor. Böylece, ruh tanrısal ve ona akraba olanın tarafından cezbediliyor ve insan içinde arketip modeli taşıdığından Tanrı ile ilişkilidir. İnsan ruhu bedenden çıkışından sonra, her tür bedensel zevkten özgürdür, bu yüzden öbür dünyaya doğru ilerlemesi kolay ve hoş hale geliyor, yani Tanrı’ya doğru kolayca yürüyor. Ancak maddiyata ve tutkuların bağlarıyla birleşmişse, bedenin deprem esnasında sadece çöküntülerin ağırlığı altında eğilmediği ancak toprağın içinde bulunan keskin nesneler tarafından delinmesinin ihtimali bulunduğu süre kıvrandığı gibi acı çekiyor ve kıvranıyor.[18]

Bu ruhun kesin büyük bir işkencesidir. Korkunç bir bölünme yaşadığını söyleyebiliriz. Bir yandan yükselip, Tanrı’nın benzeri olduğu için O’nunla birleşmek istiyor, öte yandan kendisini delen, sıkıştıran ve işkence eden tutkuları yüzünden zorluk çekiyor. Bu bakış açısı Kutsal Pederlerin gümrükçü cinler hakkında yorumlarının bir parçasıdır.

Peder Dorotheos ruhun bedeni terk ettiği esnada çektiği iskenceyi mükemmel ve gerçekçi bir şekilde tasvir ediyor. Yaşamı boyunca, ruh, tutkuları sayesinde teselli oluyor. Belki de büyük hüsran ve büyük acı çekebilir, fakat bedenin ve tutkuların bükülmesiyle acısını hafifletebiliyor. Böylesine hüzünlü ve korkunç bir ortamda insan “yiyor, içiyor, sevdikleriyle buluşuyor ve sorunlarından uzaklaşıyor” yani sevdikleriyle kendini tatmin ediyor. Böylece kısmen rahatlıyor ve kendisini meşgül eden büyük sorunu unutması daha kolay oluyor. Fakat ruh bedeni terk ettiğinde “kendisi ve tutkuları tercit ediliyor ve o zaman onların tarafından kötü duruma düşüyor”. O zaman ruh tutkuların kendisini rahatsız ettiğinden yanıp tutuşuyor ve Tanrı’yı anımsamıyor. Bu gerçek bir trajetidir, çünkü o an bedenin yokluğundan dolayı en ufak bir tesellisi yok.

Devamında Peder Dorotheos muhteşem bir örnek veriyor. Şayet biri üç gün boyunca karanlık bir hücrede yemeden, içmeden, uyumadan, hiç kimseyle konuşmadan, ilahi okumadan, dua etmeden, Tanrı’nın adını hiç anmadan yaşarsa, o zaman “tutkuların bu adama neler yapabileceğini” anlayacaktır. Gerçekten böyle bir durumda ruh ve insan hepten hiddetleniyor. Bu, iskencenin ve hapis cezasının dehşetine tanıklık eden çeşitli kişiler tarafından onaylanıyor. Şayet bu, ruh bedenle bağımlı olduğu sürece gerçekleşiyorsa, özellikle ruh bedeni terk edip ve tutkularla birlikte tecrit edildiğinde daha da güçlü bir şekilde gerçekleşecektir.

Peder Dorotheos ateşle yanan hasta adamın görüntüsünü kullanıyor. Elbette ki bu, özellikle kişinin melankolik ve zor beden yapısına sahip olması durumunda başka bir çok sorun yaratıyor. Aynısı tutkulara bağımlı ruha da oluyor. “Sefil ruh her zaman kendi kötü alışkanlığının altında ve daima kendisini yakıp kavuran anıların önünde kötü duruma düşüyor.” Ancak kişi, ruhun bu azabına ve işkencesine cehennemin korkunç yerlerini, cinleri, ateşi ve karanlığı v.b eklerse, o zaman çıkışı ve Hades’te ve Cehennem’de ikameti esnasında ruhun geçirdiği işkence azabını ve dehşetini anlıyor.[19]

Şimdiye kadar söylediklerimiz Aziz Pederlerin yazdıkları eserlerde bahsedilen gümrükçü cinlerin tam olarak ne olduğunu gösteriyor. Bir yandan ruhun bedenin yokluğundan tatmin edilemeyen tutkuları ve tabii ki bu tutkular ruhu boğuyor, öte yandan tutkularına bağımlı insanlar üzerine hakimiyet kurmuş olan hilebaz cinlerin ruhun bedenden çıkışından sonra onların üzerine daha büyük hakimiyet kurmaları doğaldır. Yaşamları boyunca ruhu ve bedeni zihinsel ve fiziksel tutkulardan temizleyen ve Ruh’un güvencesini kuşanmış ve Tanrı’yla birleşmiş olan dürüst insanların üzerine cinlerin hiçbir hakimiyeti olmadığı için gümrükcü cinlerin hakimiyetinden kaçınmayı başarıyorlar. Doğru olanın ruhu özgür ve rahatsız edilmeden birleştiği Tanrı’ya doğru yönlendiriliyor.

O zaman tüm sorun gümrükçü cinlerden korkmak değildir, fakat ruhumuzu ve tüm varlığımızı bu dünyada yaşadığımız süre tutkulardan arındırmak ve Tanrı’nın yaratılmamış (ebedi) Lütfu’na katılmaktır, öyle ki ruhun bedenden çıkışı neşe ve coşkuyla olsun.

NAFPAKTOS METROPOLİTİ HİYEROTHEOS’UN ”ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYAT ” kitabından alıntıdır.

 

[1] “Kutsal Yazılar Sözlüğü”, G.Kostantinu’nun kapsamlı yorumu, sayfa 966, Grigori Yayınları

[2] “Ruhun Arınması Yöntemleri ve Keşişlerin Mistik Yaşamdan kareler içeren Filokalia Kitabı”  Mısırlı Makarios’un eserleri. 7. cilt, sayfa 580. Grigorios Palamas Yayınları.

[3] Olağanüstü akıl ve deneyim durumları.

[4] Büyük Vasilius’un eserleri :  Patroloji 5. cilt, sayfa 44-46.

[5] Altın Ağızlı Yuhanna’nın eseri : Patroloji 11.cilt, sayfa 170.

[6] Yukardaki gibi 174, sayfa 310.

[7] Fotiki Bölgesi Episkoposu Diadihos, “Asketik ve niptik pederlerin derlemesi”  Kutsal Pederler yayınları. “Gregorius Palamas” 9. cilt, sayfa 286.

[8]  Keşişler, ilahiyatçılar ve münzevi yazarların eserlerinden oluşan geniş bir koleksiyon içeren  “Everyetinos” kitabından alıntıdır. s.101-102

[9]  Everyetinos s. 102-103

[10] “Filokalia” Rahip Isihios’un eserleri 1.cilt s .166 Papadimitriu Yayınları

[11] Yukardaki eser s.164

[12] “Filokalia” Aziz Theognostos’un eserleri 2.cilt, s.267 Papadimitriu Yayınları

[13] Everyetinos, s. 99

[14] Everyetinos, s.100

[15] Sinalı Yuhanna “Klimaks” (Merdiven) Papadimitriu Yayınları s. 67

[16] Altın Ağızlı Yuhanna’nın eseri : Patroloji 11.cilt, sayfa 168

[17] Nissalı Aziz Grigorios’un eserleri, Patroloji 1.cilt, sayfa 298-300

[18] Nissalı Aziz Grigorios’un eserleri, Patroloji 1.cilt, s.310

[19] Peder Dorotheos, “Ruhun Arınması Yöntemleri ve Keşişlerin Mistik Yaşamdan kareler içeren Filokalia Kitabı”  12. cilt, sayfa 496-498. Grigorios Palamas Yayınları.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ruhların gümrükçü cinlerden geçişleri