/ Manevi yaşam / Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın!

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın!

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın!

 

«Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim.`İnsanın düşmanları, kendi ev halkı olacaktır.’ (Matta 10:35-36)

«Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ben ayrılık getirmeye geldim. Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak. Baba oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı olacaktır.» (Luka 12:51-53)

Yukarıdaki ayetler Rab’bin Doğuşu esnasında okunan meleklerin ilahisi ile nasıl da örtüşmüyor. Melekler:«En yücelerde Tanrı’ya yücelik olsun, yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!» (Luka 2:14) diye terennüm ettiler.

Luka ve Matta’da okuduğumuz Rab’bin sözleri, sert görünüyor ve şoke ediyor. Dahası birkaç ayet önce söylediği, öğrencilerine gittikleri her evde selamet mesajları vermelerini salık verdiği cümlelerle görünüşte tezat oluşturuyor. Rab, Matta 10:11-12de: “Hangi kent ya da köye girerseniz, orada saygıdeğer birini arayın ve ayrılıncaya dek onunla kalın. Onun evine girerken, evdekilere esenlik dileyin” diyor ve “korkmayın” ifadesini ekliyor. İlaveten Rab’bin kendisi bir süre önce dağda verdiği vaazda “Ne mutlu barışı getirenlere” demişti. Peki bu ifadeler birbirine zıt düşmüyor mu?

Rab’bin sözlerini anlayabilmemiz için, önce barışın türleri ile ilgili bir açıklama yapmamız gerekir. Biz dünya insanları olarak, barışı “savaşsızlık” -“çatışmasızlık”-“direnişsizlik” olarak görüyoruz. Bir pax romana olarak (Doğu barışı). Bu durum her zaman iyi midir? Çok güçlü Roma imparatorluğuna karşı koymaya cesaret edemeyen köleleştirilmiş Romalılar, bu türden bir “barış” yaşadı. Kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği totaliter rejimlerde de, bu türden bir “barışı” yaşadılar. Hırsızlar bile aralarında anlaşıp uzlaşmaya varırlar, dolayısıyla bir nevi “barış” yaşarlar.

Tabii Rab, sert bir dille konuşuyor ve bunun başka bir nedeni de var. Yahudilerin ve öğrencilerinin, Mesih hakkında düşündüklerini, fikirlerini değiştirmek, yenilemek istiyor. Onlar, Krallığı yeryüzünde olan bir Kral ve kendilerinin hüküm sürecekleri bir krallık bekliyorlardı. Rab O’nun Krallığının bu dünyadan olmadığını mesajını göndermek istiyor. Dolayısıyla açıkça herkese O’nun selameti de bu dünyanın barışı gibi olmadığını söylüyor.

İncilin irdelemesinde ihlal edilemez bir kural vardır: Kutsal Kitap, Kutsal Kitab’a göre yorumlanır. Yani anlamakta zorlandığımız bir ayetin kilidini açmak için gerekli olan anahtar Kutsal Kitap’ın başka bir ayetinde bulunur.

Bahse konu durumda “anahtar” aşağıdaki ayetlerde bulunur:

1. (Luka 2,34) Şimon onları kutsayıp çocuğun annesi Meryem’e şöyle dedi: «Bu çocuk, İsrail’de birçok kişinin düşmesine ya da yükselmesine yol açmak ve aleyhinde konuşulacak bir belirti olmak üzere belirlenmiştir. »

2. (Yeşaya 28,16)  Bu yüzden Rab Yahve diyor ki: “İşte Siyon’a sağlam temel olarak bir taş, denenmiş bir taş, değerli bir köşe taşı yerleştiriyorum. Ona inanan yenilmeyecek.”

3. (Rom. 9, 32-33)  …imanla değil, iyi işlerle olurmuş gibi aklanmaya çalıştılar ve `sürçme taşı’nda sürçtüler. Yazılmış olduğu gibi: «Bakın, Siyon’a bir sürçme taşı, bir tökezleme kayası koyuyorum. O’na iman eden utandırılmayacak.»

4. (Yuhanna 15,20) Size söylediğim sözü hatırlayın: `Köle, efendisinden üstün değildir.’ Bana zulmettilerse, size de zulmedecekler. Benim sözüme uydularsa, sizinkine de uyacaklar.

Ayetimizin anlamı (geri kalanların ışığında) birkaç kelimeyle şu şekildedir: Rabbimiz, Yeşaya’nın da önceden kehanette bulunduğu gibi (ve Aziz Pavlos’un da hatırlattığı gibi) hepimizin kaçınılmaz olarak tökezleyeceği bir “tökezleme taşı’dır”. Bazıları bu “taş”ı sıçrama tahtası olarak kullanarak gökyüzüne fırlayacak, bazıları maalesef bu taşa çakılıp parçalanacaktır. Ancak herkesin gideceği yön sadece ve tamamen kendi seçimi olacaktır. Işte tam da bu yüzden Rab, “ben ayrılık getirmeye geldim” diyor. Ama bu ayrılık O’nun istemi değil, elbette.

Rab sadece öğrencilerini değil bugün bizi de, O’nunla kalmayı seçersek zorluklar ve bölünmeler yaşayacağımız konusunda uyarıyor. Sonuçları saklamamakla kalmıyor,aynı zamanda gerçeği bize çıplak olarak sunuyor. İman, ayrı ayrı her bireyin kişisel fedakarlık kararıdır. Bu eskiden de böyleydi, şimdi de böyle ve gelecekte de böyle olacaktır. Rab’bi reddedecek olanlar, öfkeyle O’na karşıt olacakları gibi bize de karşıt olacaklardır. Rab, yaşadığımız bu dünyada, başımıza kötü bir şeyin gelmeyeceği, ideal bir durumda olmayacağımız, başımız, rahat bir şekilde yaşayamayacağımız konusunda, bizi uyarıyor. Tam tersine O’nun da bize kurtuluş armağanını verebilmek için çektiği çileler gibi, bizim de O’nun adına pek çok ve acı çekmemiz gerekecek. Ve kendimizi böyle bir durumda bulduğumuzda,dikkat edelim, başkalarının tehditlerine ve taleplerine boyun eğmeyelim, çünkü yapay dünyevi “barış” en önemli şey olmayacaktır.

Ve tam da iman kişisel bir seçim olduğu için, kendi ailemizin içinde bile, en sevdiğimiz kişilerle gerginlik ve bölünme yani ateş ve savaş yaşayabiliriz. Benimle savaşacak olan kardeşim, eşim, kendi öz annem olabilir. Hristiyanların çeşitli dönemlerde yaşadığı bir şey. Kilisede, Azize Varvara gibi, kendi öz ebeveynleri tarafından ele verilen ya da şehadete sürüklenen çok iman şehidi vardır. Ve bu sadece Hristiyanların ilk kovulması döneminde değil, imanımızın görüş alanına girdiği her dönemde oluyor. Mesela Osmanlı döneminde yaşamış olan Azize Akilina gibi. Enver Hoca’nın (1945-1990) ateist Arnavutluğunda ya da, Sovyetler Birliğinde olduğu gibi. Ama bugün bile bir anne aynı fikirde olmadığı için çocuğun kiliseye gitmesini engelleyebilir.

Rab, Luka Incili’nde, “ben dünyaya kılıç getirdim, yeryüzüne ateş yağdırmaya geldim, ayrılık getirmeye geldim” derken tabii ki dünyaya geliş nedeninin bu olduğunu kastetmiyordu. Kastettiği, O’na iman edenlerin seçiminden sonraki kaçınılmaz sonuçlardı.

Rab bizi uyarıyor ve dikkatimizi şuraya çekiyor: Mesih’i seçtiğim zaman, O’na kalbimdeki en iyi yeri vermem gerek. Luka 14:26-27de İsa dönüp onlara şöyle dedi: «Biri bana gelip de babasını, annesini, karısını, çocuklarını, kardeşlerini, hatta kendi canını bile gözden çıkarmazsa, benim öğrencim olamaz. Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen, benim öğrencim olamaz.” diyor.

Hiçbir şeyi Mesih’in üstünde tutamam. Ne annemi, ne babamı, ne de çocuğumu. En sevdiklerim benden bu seçimim için nefret etseler bile. Mesih bu şartı, bencil olduğu için koymaz, herkesten çok O’nu seversem, o zaman diğer herkesi doğru şekilde sevebileceğimi bildiği için koyar. Pek çok başka ayet de bu konudan bahseder. Eğer O’na içimde daha az bir yer verirsem o zaman ne O’nu ne de sevdiklerimi, -Aziz Pavlosun 1. Korintliler 13.bölümünde tanımladığı şekliyle-O’nun mutlak ve manevi sevgisi ile sevemem.

Ve son bir açıklama. Peki vaat edilen ve Meleklerin terennüm ettiği barış hangi barış? Rab’bin sunduğu barış, büyük bir armağan olan, Kutsal Ruh’un meyvesi olan barış,(Gal. 5, 22) Bu barış içrek ve manevidir bu nedenle de çok daha güçlüdür. Ancak, Kutsal Ruh’un tüm armağanları gibi, bu da kişisel bir armağandır. Onu başkasına veremem ancak başkaları için ilham kaynağı olabilirim.

Bahsettiğimiz barış, Mesih’in içinde yaşadığı insanın hissettiği selamettir. Bizi yeryüzünden yukarı yükselten O’nun varlığından kaynaklanan selamet halidir. Dış etkenler tarafından bozulmayan bir barıştır. Etrafımda berbat şeyler olurken içimde selamet olabilir çünkü Mesih’in burada olduğuna, elimi tuttuğuna ve başka bir şeye ihtiyacım olmadığına eminim.

İşte Mesih’in Doğuşunda, Melekler, bu tür bir barıştan bahsediyor. Eğer bu barış içimizde hüküm sürebilirse, o zaman hem dünyaya barış hem de insanlara iyilik/ iyi niyet getirebilir. Ama tek bir şartla, ilahinin de dediği gibi:Yücelerdeki Tanrı’ya izzet sunmak önce gelir.

 

 

Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın!