Bilgi, inanç ve Gerçek
İnancımız mantıkla oluşturulamaz. İnancımız mantık ürünü değildir. Mesela, kişinin şu hikayeyi kabul etmesi nasıl mümkün olabilir: Evrenin yaratıcısının, o galaksileri ve takımyıldızlarını yaratanın, uzaydaki devasa boşlukları, gezegenleri ve her şeyi yutan kara delikleri yaratanın evrenin yaratıcısının, bir kadının rahmine girmesi nasıl mümkün olabilir? Bu bir insanın kabul edebileceği ciddiyette bir şey midir? Ve onu hamile bırakması. Ve o kadın hem bakire kaldı, hem de Tanrı’yı bir bebek olarak doğurdu. Ve yine bakire olarak kaldı. Ve bu ufaklık büyüdü, mucizeler yarattı, suyun üstünde yürüdü. Siz bunu yapabilir misiniz? Yapamazsınız. O yaptı.
Ama sonra onu yakaladılar, öldüresiye dövdüler, çarmıha gerdiler ve gömdüler. Ama gel gör ki, o dirildi ve şimdi ona Tanrı olarak ibadet ediliyor. Bu hikayenin kabul edilebilecek bir ciddiyeti var mı? Bu hikayenin kabul edilebilecek bir mantığı var mı?
Aynı soruyu Kilisemizin ilahi yazanları da soruyor. “Hiçbir yere sığmayan nasıl olur da bir rahme sığdı”? diye soruyorlar. Yere göğe sığmayan nasıl oldu da bir kadının karnına sığdı? “Babanın bağrında olan”, diye devam eder ilahi, “nasıl olur da annenin kollarında bulunur?” Bunlar akla uygun sorular. Tanrı-Babasının kucağına sığmayanı Tanrı’nın sonsuzluğuna ve enginliğine sığmayanı nasıl oldu da bir anne kucağında uyuttu? Bunlar mantığa sığan şeyler değildir. Bunlar her türlü mantığın ötesinde ve üstündedir. İşte inancımızın güzelliği buradadır, dürüstlüğü de buradadır çünkü bu, olduğu gibi, en başından Yeni Ahit’te belirtilir.
1.Korintlilere yazılan mektubun 1.bölümünün 23. ayetinde Elçi Pavlus: “Ama biz, çarmıha gerilmiş olan Mesih’i tanıtıyoruz. Yahudiler bunu yüzkarası, öteki uluslar da saçmalık sayarlar.” diyor. Kişinin kabul edemediği şey bu yüzkarasıdır. Bir taş… tökezleyip düştüğün ve yüzünü gözünü dağıtan bir taş. Yahudiler, Yahudalılar, İsrailliler, Mesih’in sözünü kabul edemediler ve hala da edemiyorlar. Bu bir yüzkarasıdır, eskiden de öyleydi hala da öyle. “Öteki uluslar da saçmalık sayarlar”. Antik Yunanlılar için Mesih’in sözü saçmalıktır.
Akıl, yukarıda söylediklerimi kabul edemez. Peki o zaman neden iki bin yıldan beridir Hristiyanlar İsa Mesih’e olan inançlarını inkar etmektense katledilmeyi tercih ediyorlar? Neden? İnancımız mantığa uygun değil ki. İnancımız her türlü mantıktan uzak olduğuna göre, neden? İsa’nın söylediklerinin gerçek olduğunu nereden biliyorlar da inançlarını inkar etmektense ölmeyi tercih ediyorlar? Hem de mantıklı olmayan bir şey için.
Çok basit. Sadece beynimizle, sadece aklımızla bilgi edinmiyoruz, öğrenmiyoruz. Tüm varlığımızla öğreniyoruz, yaşayarak öğreniyoruz. Bazı şeyleri yaşayarak biliyoruz. Tecrübeyle.
Binlerce yıldır, asırlardır, insanlar güneş ısısının dünyaya hangi dalgalarla geldiğini bilmiyorlardı. Ama geldiğini biliyorlardı. Nasıl biliyorlardı? Çok basit! Güneşe çıkıyor ve ısınıyorlardı. Ve biliyorlardı. Ve bu da inanç değildir, bilgidir. Nasıl olduğunu bilmiyorlardı. Ama olduğunu biliyorlardı çünkü bunu yaşıyorlardı. Bu kadar basit.
Televizyonda bir müzik festivali izliyorum -canlı izliyorum- ve hatta beğendiğimiz şarkıya oy vermeye davet ediyorlar bizi çünkü canlı yayın. Nasıl oluyor? Biri uzak bir başkentte şarkı söylerken, ben onu burada sandalyemden izliyorum. Bu nasıl oluyor bilmiyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Ama gerçekleştiğini biliyorum. Çünkü bunu yaşıyorum, bunu görüyorum, bu deneyime iştirak ediyorum. Bu inanç değildir, bilgidir. Bunu biliyorum. Akıl bunu anlamıyor. Bunu anlamak için gereken bilgilere sahip değilim. Ama aklım anlamıyor diye, bu yaşananı reddedeceğim anlamına gelmez. Bu olayı kabul ediyorum çünkü bunu yaşıyorum ve gerçek olduğunu biliyorum. İşte bu yüzden sadece beynimizle öğrenmediğimizi söyledim. Tüm hayatımızla öğreniyoruz.
Akıl, Tanrı’nın insanlara verdiği en büyük armağandır. Aklımızı kullanmıyorsak, vay halimize. Eğer akla takılıp kalırsak da vay halimize bin kere vay halimize. Ahmaklık etmiş oluruz. Yiyeceğim ekmeğin, yiyeceğim yemeğin, içeceğim suyun nasıl olup da hayata ve düşüncelere dönüştüğünü aklım anlamıyor. Ekmek nasıl olacak da düşüncelere dönüşecek? Bilmiyorum. Ama dönüştüğünü biliyorum, çünkü görüyorum ki yediğim zaman yaşıyorum ve düşünüyorum. Bu kadar basit.
Aklın anlayamadığı, inanması zor şeyleri kabul ediyorum çünkü bunları yaşıyorum ve bu bilgidir. İnanç değildir.
Suriyeli Aziz İshak, “Bilgi en baştan, Tanrı tarafından insana verilmiştir. İnsanın tabiatının bir parçasıdır” der ve devamında bilgi türleri hakkında müthiş bazı konuşmalar yapar. Kaç tür bilgi olduğundan bahseder. Özetleyerek temel noktalarını söyleyelim. Birinci bilgi türü, sürekli çalışarak, eğitim ve öğrenim yoluyla edinilir. Hepimizin ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde ve üniversitelerde edindiğimiz bilgilerdir bunlar. Tahsilini yapar, çalışır, öğreniriz. Bu birinci bilgi türü. İkinci bilgi türü ise, “İnsanın saf hayatından, yaşam tarzından ve zihinsel inancından gelir, kalbindeki inancından değil. Üçüncü bilgi türü ise sadece inançta bulunur.”
Birinci bilgi türünü, dünyevi olanı, bu dünyaya ait olanı edinir ve denetleriz çünkü medeni bir dünyada yaşıyoruz ve yaşayarak ediniriz bu bilgiyi.
İkinci ve üçüncü bilgi türlerini ise hayatımızı Hristiyan ilkelerine göre yaşadığımızda ediniriz. Hayatımız, ihtiraslardan arınma mücadelesi haline geldiğinde. İkinci bilgi türünde, zihninle inanmayı kabul edersin çünkü bazı şeyleri yaşadın ve geri kalanlarına da inanıyorsun. Bir noktaya kadar.
Eğer insan ihtiraslarından kurtulmak için mücadele ederse, daha çok şey öğrenmeye başlayacaktır. İnsan bir ihtirasın kölesi olduğunda, aklı kilitlenir ve akıl, kölesi olduğu, boyun eğdiği ihtirası mazur göstermek için çalışır. Ama bize savaş açan ve bizim de karşı savaş açtığımız ihtirasları değil, hayat görüşü haline getirdiklerimizi.
Mesela paragöz;
-Herkes çalıyor mübarek! Kim çalmıyor ki günümüzde? der.
Mantığı, bu mantığa göre oluşturduğu argümanları, her şey ihtirasını mazur göstermek için çalışır. Aklı özgür değildir. Bu adam asla öğrenemeyecektir.
Mesela zina yapan da der ki:
-Kim zina yapmıyor ki? Doğal ihtiyaçtır.
Elçi Pavlus, her kim ki bir ihtirasa boyun eğer, o kişi bu ihtirasın kölesidir, der. “Kişi neye yenilirse onun kölesi olur.” (2.Petrus 2:19) Yenildiğin şeye, şimdi köle de oldun. Özgür değilsin; ne doğru düşünebilirsin, ne de doğru şekilde öğrenebilirsin. İhtiraslı olanların nasıl düşündüğünü hepimiz biliyoruz.
Suriyeli Aziz Efrem der ki: “Günah zihni hapseder ve bilginin kapısını kapatır”. Günah zihni esir alır ve bilginin kapısını kapatır. İşte bu yüzden insan önce pratik erdemlerle uğraşır. Sadece iyi bir Hristiyan olmak için değil, öğrenmek için de! Öğrenmek güzeldir. Bilgi silahtır. Bilgi güçtür. Ve eğer öğrenmezseniz, sizden iyi bilenler, size istediklerini yapacaktır. Bu hem Kilise cemaati için hem de cemaat dışındaki insanlar için geçerlidir. Bu yüzden siz ilk elden öğrenin. Siz kendiniz öğrenin, kişisel olarak. Sayısız insanın öğrendiği gibi. Peki nasıl? Pratik erdemlerle. Günlük hayatımızla, oruçla, duayla, kiliseye giderek, yumuşak huylu olarak, merhametle.
Aziz Thalassios, Filokalia metinlerinde şöyle der: “Eylemi ihmal etmeyin, bilgi azalır.” Bahsettiğimiz pratik erdemleri ihmal etme çünkü öğreneceklerini azaltırsın. Bilgilerin azalır. Bilgi konusunda ileriye gidemezsin.
Tam da bu yüzden Azizlerin ilahilerinde şöyle terennüm ederiz:
“Kutsal Ruhtan ilham alan Sen, pratik erdemli hayatı yaşadın ve bu hayatı sana Tanrı’yı “görme” imkanını verdi.” Eylemden varacağız teoriye. (Teori=Tanrı’yı görme kabiliyeti) Teolojiden ve felsefeden yola çıkmaya kalkarsak şeytan bize pusulayı şaşırtır. Eylemden öğreneceğiz. Eylemde öğreneceğiz.
Kilisemizin yakın geçmişindeki tüm Azizleri hem hayatta olanlar, hem de Rab’de uyumuş olanlar; Papa-Giorgi Karslidis’ten, Aziz Iakovos Tsalikis’e, Üstsat Paisios’dan, Üstat Porfirios’a Aziz Yusuf İsihast’tan, Arizonalı Efrem’e kadar hepsi İlkokul mezunuydu. Biz ise öğreniyoruz, öğreniyoruz, öğreniyoruz, öğreniyoruz sonra da gidip eğitimsiz Aziz’e: “Tanrı’nın Aziz’i, benim için aracı ol!” diyoruz.
-Benim için de iki çift laf et, bakarsın ben de kurtulurum.
Bu nedenle, kişi sadece kurtuluşa ulaşmakla kalmayıp Aziz de olabilir! Çünkü kurtuluşa ulaşmamızı sağlayacak olan bilgi yaşadığımız hayata bağlıdır. Diplomalarla ilgisi yoktur. Eğer öyle olsaydı, tüm üniversite profesörlerinin birer halesi olurdu! Bizi kurtuluşa ulaştıracak bilgi, yaşam biçimidir. Bu yüzden, yaşamazsak bilemeyeceğiz.
İnancımız hayattır. İsa Mesih yeni bir din getirmeye gelmedi. Dinlerimiz vardı, hatta başka gezegenlere ihraç edecek kadar çok vardı. İsa Mesih, yeni bir hayat getirmek için geldi. İsa Mesih’in söylediği şekilde yaşamak için mücadele etmezsek, hiçbir şey öğrenemeyeceğiz.
Zamanında bir Kıbrıslıyı misafir ettim. Küçük bir oğlu var. Oğlanın kanseri var. kötü huylu bir tümör oğlanın göğsünde mandalina büyüklüğünde çıkıntı yapmıştı. Ailesi dualar etti, Tanrı’ya yalvardı. Yalvardıkları Azizlerin sayısını bile bilmiyorum. Ameliyat için gün aldılar, çünkü kanser küçük değildi, çok büyüktü. Küçük bir kanser oluştuğunda bile, metastaz yapmış mıdır diye korkuyor insan. Siz bir de, mandalina büyüklüğünde çıkıntı yapmış olan kanseri hayal edin.
“Karımla beraber çocuğu uykuya yatırdık” dedi adam, “bütün gece ağladık ve dua ettik.” Sabah, belirlenen saatte, cerrah onları bekliyordu. Sabah, ufaklığın bağırdığını duydular. Korktular. Çocuk 8 yaşlarında olsa gerek.
“Panik içinde koştuk ve oğlanın ayağa kalkmış olduğu gördük“ dedi adam.
-Ne oldu oğlum? Ne oldu?
-“Bana üzülmememi, beni iyileştireceğini söyledi, üzülmemeniz için bunu size de söylememi istedi. Ve beni iyileştirdi”.
-Kim iyileştirdi seni oğlum?
-Gelen dede.
-Hangi dede?
-Bir dede işte. Çocuk ne diyeceğini bilemiyordu.
-Nasıl yani? Ne demek seni iyileştirdi?
Gömleğini açtılar, kanser kaybolmuştu. O büyük tümör…İzi bile kalmamıştı.
“Aklımız durmuştu. Çarşafların, kıyafetlerin altına baktık, mandalinanın nereye düştüğüne baktık”. Çarşafların içinde arıyorlardı. Küçük çocuk biraz ötede oturmuş onlara bakıyordu.
“Karım çarşafları kaldırdı, onları silkeledi. Ben ellerimle aramaya devam ediyordum, nereye düşmüş olabilirdi? Hiçbir yerde yoktu. Ne varsaymam gerektiğini bilmiyordum” dedi adam. Gün ağarmıştı.
Çocuğu alıp salona götürdük. Onu oturttum ve elimde ne kadar Aziz ikonası varsa gösterdim”.
“Bu muydu?” Ona birinci ikonayı gösterdim…”Hayır baba”
-“Bu muydu?” diyerek başka birini gösterdi.. “Hayır baba”
-“Peki bu mu”?- Evet! Bu o!
Kimdi peki? Annesiyle babasının aklına bile gelmiyordu! Aziz Lukas’tı. Kırım’ın doktoru Aziz Lukas! Aziz Lukas’ın naaşı Yunanlılar tarafından kurulan Simferopolis şehrinde bulunur (Ukrayna) Aziz Lukas gözlüklü doktor olarak da bilinir. Rusya’daki en büyük tıp ödülüne sahip olan doktor, Stalin ödülüne. Oydu. Çocuk tanımıyordu tabii.
“Hazır randevumuz varken, hastaneye gittik. Doktor çocuğu muayene eder. Hiç bir şey söyleyemiyorduk, titriyorduk ve sesimiz çıkmıyordu” diye devam etti adam anlatmaya
ve doktor şöyle der:
-Bana başkasını mı getirdiniz?
Ama doktor çocuğu tanır.
-Ne oldu?
“Ne olduğunu nasıl anlatalım? Ne olduğunu nasıl açıklayalım?”
Nasıl olduğunu bilmiyorlar ki. Ama yıllar önce ölmüş birisinin hala sağ olduğunu ve insanlara görünüp böyle bir şey yapabildiğini nereden biliyorlar? Çünkü bunu yaşadılar!
Bizim Ortodoks inancımız böyledir. Bu inancı yaşamazsanız, onu öğrenemeyeceksiniz. Aynoroz’da inanılmaz şeyler yaşıyoruz ama anlatmıyoruz çünkü akıl kabul etmiyor. Geri püskürtüyor. Tıpkı mantığın Hristiyanlığı geri püskürtmesi gibi. İnancımız mantık ürünü değildir. Mantığın üstündedir. Mantık üstüdür. Bu nedenle de inancımız hiçbir zaman kanıtlara ve tezlere dayanmamıştır. Ama Hristiyanlığın başka kollarının ya da akımlarının liderleri bu hataya düşmüş, Hristiyan inancını desteklemek için birtakım “entelektüel fikirler” öne sürmüştür.
“İnanmak doğrudur, inanıyorsan mantıklısındır demek ki….”
Bir şey nasıl hareket eder? Biri onu hareket ettirdiğinde. Her şey biri tarafından hareket ettirilir. Ve o da biri tarafında hareket ettirildi, öteki de biri tarafından hareket ettirildi. Yani “Aristoteles’in ispatı” gibi. Ve buradan da şuraya varıyoruz. İlk hareket ettiren Tanrı’dır. Bu nedenle de her mantıklı insan inançlı olmalıdır, der Aristoteles, ve bazı Hristiyanlar da buna katılır. Hayır. Biz Ortodokslar hiçbir zaman inancımız, şu, şu ya şu sebeple doğrudur demiyoruz. Ne diyoruz? Filipus’un Natanyel’e söylediğini: “Gel de gör”. Yani gel ve öğreneceksin.
Yeryüzünün gördüğü en bilge insanlardan biri olan, Platon’u ve Aristoteles’i adı gibi iyi bilen Aziz Grigorios Palamas burada çok güzel bir şey söylüyor: “Her sebep başka bir sebep tarafından sorgulanır ama hayatı kim sorgulayabilir ki”?
Ama bunu öğrenebilmek için, nihayetinde bizi inanca götürecek bu bilgi için sabır, zaman ve doğru şekilde mücadele etmek gerekir. Doğru şekilde mücadele etmeliyiz gelişigüzel mücadele etmemeliyiz.
Bir Aziz diyor ki, zinaya yenik düştüğünde Tanrı senden gelecek sadakayı ne yapsın? Tanrı senden sadaka istemiyor, yenik düştüğünü yenmeni istiyor! Seni köle haline getirmiş, hizmet ettiğin ihtiraslardan kurtulmanı istiyor. Senin özgür bir insan olmanı istiyor.
Bazı ihtiraslarımızı mazur göstermek için başka iyilikler yaparak kendimizi avutuyoruz: “Evet şuyum yanlış ama bak bunu doğru yapıyorum, şunu da doğru yapıyorum.” Hayır. Şeytan seni her şeyde köleleştirmeye çalışmıyor. Tek bir şeyde köleleştirmesi ona yeter. Aslan kapana kafasından da yakalansa tırnağından da yakalansa, yakalanmıştır ve avcı onu istediği zaman öldürür. O yüzden küçük büyük demeden tüm ihtiraslarla mertçe mücadele edelim.
İsa Mesih ne istiyor? Onu yapmak için mücadele edeceğim. Yöntem belirleyerek, usulünce, sabırla, zamanla ve her zaman birinin nasihatiyle.
Tek başımıza kalmayalım! “Yalnız olup da düşenin vay haline” der İsa Rab.(Kilise Vaiz 4:10) Her zaman, yan yana duranlar, biri diğerinin elini tutarak biri diğerini severek, biri diğerini kucaklayarak kurtulacaktır. Yılan ona yaklaştığında, Havva cennette tek başınaydı. Tek başınıza kalmayın. “Alakasız da değilim, ben de bir şeyler biliyorum” diyerek her şeyi biliyormuş havasına bürünmeyin. Ne kadar çok bilirsen bil şeytanın bildiklerini asla bilmeyeceksin.
Aynoroz’lu bir rahip şeytanı görmek istiyordu. Ve ısrar ediyordu. Benim de yıllarca yaşadığım, yakın bir Manastırdandı. Ve ısrar ediyordu. Ve ısrar ediyordu…Ve bir gece, şeytan ona göründü.
Ertesi gün, ne olup bittiğini bilmeyen Manastırdaki başka bir rahip gidip ona seslendi. Şeytanı görmek isteyen rahip misafirperverdi. Kapıyı ziyaretçi olan ihtiyar bir keşiş açtı. Şeytanı görmek isteyen rahip 30 yaşlarında olmalıydı. Olanlardan habersiz olan rahip kapıyı açan ihtiyara: “rahibi görebilir miyim?” diye sorar. İhtiyar cevap vermiyordu, durum biraz tuhaftı.
Hiçbir şeyden haberi olmayan rahip o sırada, “kimi misafir ettiğimize dikkat etmeliyiz” diye düşündü.
Kimdi bu ihtiyar? Rahip bu ihtiyarı nasıl misafir etmişti? Olaylardan haberi olmayan rahip ısrar etti, bağırdı, kapıya vurdu ama ihtiyar hiçbir şey söylemiyordu. Sonunda ihtiyarın, şeytanı görmek isteyen 30 yaşlarındaki rahip olduğunu anlayınca şok geçirdi. Korkusundan o kadar yaşlanmış ve beyazlaşmıştı ki, tanımasına rağmen rahip onu çıkaramamış, orada misafir edilen bir yabancı sanmıştı.
Başka bir rahip ise, kilisenin içinde, ayin esnasında şeytanın nasıl karşısına çıktığını anlatıyordu; “o kadar korktum ki” dedi “içimden çığlıklar yükseldi, elimle ağzımı kapattım ki, diğerleri duymasın, ne olduğunu anlamasın” diye. Çünkü en büyük düşmanım olduğunu anladığım kişi karşımdaydı, asla, bu şeytandan daha büyük bir düşmanımın olmayacağını anladım”.
Bu olay geçti gitti. Ayin esnasında karşısına şeytan çıkan rahip şu anda gayet iyi. Peki neden şeytan, rahiplerden birini çökertmiş, paramparça etmişken diğerine bugüne kadar hiçbir şey yapmamıştır? Çünkü biri “inançlı ve dindarım” diyerek ve bundan aldığı özgüvenle kendi iradesi ve yöntemleriyle öğrenmek isterken diğeri manevi itaat yolundan şaşmamıştı. Ve itaat yolundan şaşmayan, şeytanı görmeyi kendisi istemedi. Şeytan onu görmek istedi ama ona bir şey yapamadı.
Sadece mücadele ettiğimizde değil, doğru şekilde mücadele ettiğimizde kurtuluruz. Sadece yaşadığımız zaman değil, doğru şekilde yaşadığımız zaman. Elçi Pavlus der ki: “Spor müsabakasına katılan atlet de, mücadele etse bile, kurallara göre yarışmazsa, zafer tacını giyemez” (2.Timotetus 2-5)
Kurtuluşa ulaşmamız çok kolay. Doğru insanlar olmamız çok kolay; Alçakgönüllü olduğumuzda, İsa Mesih’in sözüne göre mücadele ettiğimizde: Mesih, “beni seven, emirlerime uyacak.” diyor. Emirlerine uyulmasından bahsediyor, beyindeki inançtan değil. Başka bir yerde ise: ”eylemsiz iman ölüdür” diyor. (Yakup 2:17) İnancı olan, ama bu inancı gösterecek, ortaya koyacak eylemleri olmayan insanın inancı ölüdür. Elçi Yakup der ki: “cinler de inanıyor ve dehşete kapılıyor”. (Yakup 2:19) İnanç şeytanda da var, ve hatta Ortodoks inancı. Şeytan Ortodoks’tur! Peki kurtulacak mı? Hayır. Çünkü Ortodoks ilkelerine uygun bir hayatı yok. Kilisenin dogmalarını ve kilise pederlerinin kitaplarını en iyi şeytan bilir. Peki kurtuluşa ulaşacak mı? Hayır. Bizi beynimizdeki bilgiler değil, yaşayarak öğrendiğimiz bilgiler kurtaracaktır. Ve İsa Mesih’e olan inancımızı yaşamımızla gösteririz. Diğerleri bizi gördüğünde, “biz de o Hristiyan gibi olalım” mı diyecekler? yoksa “ondan uzak duralım” mı diyecekler? Hristiyanlığı yaşıyor muyuz yoksa Mesih Tanrı’nın başkaları için söylediklerini mi işiteceğiz?: “bu halk, dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzaktır.” (Markos 7:6). kilometrelerce uzak…
İnancımız o kadar basit ki, hayatımız o kadar güzel ki. Yaşamaktan korkmayın. Hayat güzeldir. Ve mutlu olun, hem burada hem ölümden sonra.
Aynorozlu peder Nikonun vaazlarından