/ Manevi yaşam / Tanrı cehennemi mi yarattı?

Tanrı cehennemi mi yarattı?

Tanrı cehennemi  mi yarattı?

Bu soruya cevap vermek için önce Cennet nedir, neresidir bilmemiz lazım.

Cennet

Tanrı, insanın yaşamını sürdürmesine ayrı bir özen gösterdi: “Tanrı RAB doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu.” (Yaratılış 2:8).

Kutsal Metin, cennet bahçesinin güzelliklerini anlatmaya devam ediyor:

“Bol yaprakları ve çeşit-çeşit renkleriyle süs ağaçları,  güzel, lezzetli meyveleriyle insanı besleyen ve tatlarıyla ona zevk veren meyve ağaçları, değişik kuşlar, hayvanlar, çiçekler ve dünyada bulunabilecek en güzel şeyler. Aynı zamanda cennet bahçesi sulansın diye dört ırmağın suyu çağlıyordu. Ve Tanrı, bu cennet bahçesinde, hiçbir şeyleri eksik olmadan mutlu yaşamaları için Âdem ve Havva’yı koydu.”

▶ Peki, biz bu cennetin coğrafyasını biliyor muyuz?

Beklendiği gibi Kutsal Kitap’ın yorumcuları, tarihçiler ve arkeologlarla beraber cennet bahçesinin konumunu tespit etmek için uzun yıllar çalıştılar. Günümüzde, hemen hemen tümü, cennet bahçesinin Mezopotamya’da, Dicle ve Fırat ırmakları arasında bulunduğuna kanaat getiriyorlar. Bunun nedeni olarak da Yaratılış kitabında cennet bahçesinin Dicle, Fırat, Gihon ve Pison ırmakları tarafından sulandığının yazılı olması gösteriliyor. Dicle ve Fırat bilinen büyük ırmaklardır. Günümüzde Gihon ırmağı, ‘Karun’ olarak adlandırılıyor. İran dağlarından doğuyor ve Dicle ırmağının da birleştiği noktanın birkaç mil aşağısında, bugünkü Abadan’da Fırat nehriyle birleşiyor ve Basra Körfezine dökülüyor. Pison ırmağı ise kurumuştur. Onun sadece kuru yatağı tespit edildi ve ‘Bandı Al Batın’ olarak biliniyor. Çok eskiden Gihon nehrinin de birleştiği yerin yakınındaki Fırat nehriyle birleşiyordu. Bunun da suları Basra Körfezi’ne dökülüyordu. Bu bilgiler cennet bahçesinin yaklaşık alanını tespit etmeye yardım ediyor. Ne var ki günümüzde cennet bahçesinin güzelliğinden eser kalmadı.

▶ Cennet bahçesinde önemli olan daha başka ne vardı?

Eski Ahit’te biri ‘yaşam ağacı’ diğeri ise ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacı’ diye, çok önemli iki ağaç vardı. Bu iki ağaç cennet bahçesinin ortasına dikilmişti.

▶ Tanrı, iyilik ve kötülüğü bilme ağacını neden cennet bahçesine koydu?

Tanrı Âdem ve Havva’ya bahçedeki bu ağacın dışında, her ağaçtan meyve yiyebileceklerini söyledi.  Bununla, onların, O’na itaat ederek ve O’nunla iletişim kurarak yaşama niyetlerini denemiş oldu. Söylediğimiz gibi, Tanrı ilk yarattığı çifte, onlardan gelen nesillere de verdiği gibi hür iradeyi verdi. Hür iradelerini iyiye kullandıkları takdirde Tanrı’ya layık evlat ve iyiliğe istikrarlı insanlar olacaklardı, Tanrı’yla kesintisiz iletişim kurma ve cennet bahçesinin tüm nimetlerinden zevk alma fırsatına sahip olacaklardı. Tanrı, insanların tüm bunlara, ayarlamalarına göre hareket eden robotlar gibi ister istemez zorla sahip olmalarını istemedi. Tanrı’nın, cennet bahçesine bu ağacı dikmekle onların önüne basit bir deneme koyduğunu söyleyebiliriz, öyle ki en büyük ödül olan kutsallığa, ölümsüzlüğe sahip olsunlar ve Tanrı’ya benzeyebilsinler diye.

▶ Peki, ‘yaşam ağacı’ ne işe yarıyordu?

Adından da anlaşıldığı gibi, meyvesinden yiyen hiçbir zaman ölmeyecek, ebediyen yaşayacaktı. (Yaratılış 3:22).  Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde onun nasıl bir ağaç olduğu kaydedilmediği için hakkında hiçbir fikrimiz yok fakat bu ağaç ölümsüzlüğü saklıyordu. Cennet bahçesinin diğer ağaçları ilk çifti beslemeye ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaya yarıyordu. O ağaç ise ölümü engellemeye; meyveleriyle Âdem ve Havva’yı devamlı genç tutmaya ve onlara ölümsüzlüğü sağlamaya yarıyordu.

▶ Âdem ve Havva cennette nasıl yaşıyorlardı?

Tanrı, onlara cennet bahçesinde çalışmalarını ve bahçenin bakımını üstlenmelerini buyurmuştu (Yaratılış 2:18). Anlaşıldığı gibi, onların bu çalışması hem hoştu hem de meyvesini veriyordu. Onları hiç yormuyordu ve de onlara zorluklar çıkarmıyordu. Vahşi hayvan tehlikesi,  böcekler, haşereler, kötü hava şartları yoktu. Tüm yaratıklar Âdem’in egemenliğine saygı duyuyordu.

Onların karşı karşıya geldikleri tek bir problemleri vardı. O da Tanrı’nın buyruğuydu:

“Ve ona, ‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin.’ diye buyurdu. ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.’” (Yaratılış 2:16-17).

Cennetin tüm meyveleri ve güzel olan her şey onlarındı. Serbestçe tadını çıkarabilirlerdi. Tanrı, onlara sadece bu ağaçtan yememelerini söylemişti. O’nu hür iradeleriyle dinledikleri takdirde, O’nu yanlarında istediklerini de hareketleriyle kanıtlamış olacaklardı. Fakat O’nu dinlemedikleri takdirde, O’nu saymadıklarını, O’nunla yaşamak istemediklerini, O’ndan kopmayı ve uzaklaşmayı istediklerini göstermiş olacaklardı. Yaşamın kaynağı olan Tanrı ile ilişkiyi keserseniz, ruhen aynı gün, bedenen de ileride öleceksiniz.

Tanrı’ya itaat ederek, O’nunla beraber doğru ve mutlu bir yaşam sürmek veya O’nun buyruğunu çiğneyerek sonunda çifte ölümü bulmak, onların elindeydi.

Âdem ve Havva’nın Düşüşü

▶ Âdem ve Havva Tanrı’ya karşı nasıl bir tavır takındılar?

Ne yazık ki hem onlar hem de onların soyundan gelen bizler için, Tanrı’nın sonsuz sevgisine ve armağan ettiği sayısız nimetlere gerektiği gibi karşılık vermediler. Şeytan tarafından aldatıldılar.

▶ Şeytan cennet bahçesine girerek onları buldu. Peki bu nasıl oldu?

Şeytan her yere girebiliyor. Kurnazlığıyla, duruma göre insanları kandırmak ve kendine çekmek için her şekle giriyor. Şeytan, Tanrı’nın insana armağan ettiği onuru, seçkin yetenekleri ve diğer nimetleri kıskandı, onu cennet bahçesinden kovmak, Tanrı’dan uzaklaştırmak istedi ve kurnazca hareket etti. Güya onlara duyduğu ilgiden dolayı onlara yaklaşıyormuş gibi göründü ve yalanla iftirayı kullandı. Eski Ahit, olanları bize şöyle anlatıyor:

“Şeytan yılan kılığına girerek, iyilik ve kötülüğü bilme ağacının yanında tek başına duran Havva’ya yaklaştı, onu kandırmak amacıyla, …Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin!’ dedi mi?’ diye sordu. (Yaratılış 3:1).

Havva’nın, yılanın Tanrı’nın sözlerini değiştirdiğini ve O’na acımasız ve adaletsiz diye iftirada bulunduğunu duyar duymaz şeytanla her türlü konuşmaya derhal son vermesi ve yanından ayrılması gerekliydi. Fakat ilk hatayı işledi, onunla sohbete girdi:

Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz.” diye yanıtladı. “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın yoksa ölürsünüz!’ dedi.” (Yaratılış 3:2-3).

Şeytan ilk yalanının işlemediğini gördüğü halde, Tanrı’yı yalancı çıkarmak için, hileli oyununa devam etti:

Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz!” dedi. “Çünkü Tanrı biliyor ki o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” dedi. (Yaratılış 3:4-5).

Havva, şeytanın Yüce Tanrı’ya attığı iftiralara ses çıkarmadı ve onun sözlerine kandı. İçindeki merak tutuştu. Gerçekten Tanrı gibi her şeyi bilmek mi? Havva’nın aklı karıştı. İşte Tanrı gibi olacaktı! Muazzam! Ve ağacın meyvelerine bakmaya başladı. Ne de güzel görünüyorlardı, bir tane yese tüm bilgiye sahip olacaktı. Tanrı’nın buyruğunu hiçe saydı, elini uzattı, meyveyi aldı ve yedi.

Havva’nın yanına gelen ve onun yasayı çiğnediğini gören Âdem, hiç sesini çıkarmadı, onu durdurmaya bile çaba göstermedi, aksine kadın ona meyveyi yemesi için uzattığı zaman memnuniyetle aldı ve yasak meyveyi yedi (Yaratılış 3:6). Böylece orijinal günah olarak bilinen ilk ve en büyük günah işlenmiş oldu.

▶ Peki, Tanrı, buyruğunun ihlaline nasıl bir tepki gösterdi?

Tanrı her zaman çocuklarının iyiliğini isteyen şefkatli bir Baba olarak yarattığı insanların işledikleri günahın farkına varmaları ve tövbe ettikten sonra onları affetmesi için kendilerine bir fırsat tanımak istedi. Bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi davrandı ve Âdem ile buluşmaya alıştığı yere yönelerek mevcudiyetini belli etti fakat Âdem orada bulunmadığı için ona kendi ismiyle seslendi:

“Âdem, neredesin?”

Ona, ‘Âdem neden benden kaçıyorsun? Nasıldın ve şimdi ne hallere düştün? Sana ne oldu? Neredesin? Seni arıyorum.’ der gibiydi (Yaratılış 3:9).

Âdem, affedilmesi için günahını itiraf edeceğine Tanrı’ya, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim.” (Yaratılış 3:10) diye cevap verdi.

Tanrı, her şeyi bildiği halde, Âdem’e günahını itiraf ettirmek, dolayısıyla onu affetmek için iyilikle sordu: “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?” (Yaratılış 3:11).

Âdem, Tanrı’nın her şeyi bildiğini anladığından küstahça kendini haklı çıkarmaya çalıştı daha da ileriye gitti, işlediği günahın bedelini Tanrı’ya yüklemek istedi: “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim.” diye yanıtladı (Yaratılış 3:12).

Tanrı, Âdem’in kendini düzeltmeye niyetli olmadığını gördü ve Havva’ya yöneldi:  “Nedir bu yaptığın?” diye sordu.  Ve kadın şöyle cevap verdi: “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim.” (Yaratılış 3:13).

Havva da Âdem gibi aynı küstahlığı göstermiş oldu: “Benim suçum değil, yılanın suçu.”

Âdem ve Havvanın bu kötü davranışlarından sonra, Tanrı onları cezalandırdı mı?

Tanrı, söylediğimiz gibi, sevgi doludur. Çocuklarına ceza vermiyor, sadece onları eğitiyor. Her şeyden evvel umut veriyor. Havva’nın torunlarından birinin (Bakire Meryem’in Oğlu’nu ima ediyor), yılan şeklinde ortaya çıkan şeytanın başını ezeceğini, lakin şeytanın da İsa Mesih’in ayak topuğunu inciteceğini, yani O’nun çarmıha gerilişini bildiriyor (Yaratılış 3:15).

Bu bir umuttur! Bir gün O’nun geleceği ve böylece insanları orijinal günahtan sonra düştükleri perişan durumdan ve şeytanın zulmünden kurtaracağı umudu bir gelenek gibi bir kuşaktan diğerine geçecekti. Öyle de oldu. Tanrı’nın ikinci işi ise, ilk çiftin içinde bulunduğu trajik durumda,  kendilerini ölümsüz kılacak olan yaşam ağacının meyvelerini tatmamaları için ağaca giden yolu kesmesi oldu. Aziz Vasilios, bunu şöyle yorumluyor: “Kötülük ölümsüz olmasın diye Tanrı bunu yaptı.”

Çift o günden sonra kendi seçtiği yolda yürüdü.  Tanrı’yla ilişkisini kesti. Cennet bahçesindeki mutlu hayatına veda etti. Yaratıcının kendisine verdiği mükemmel armağanları kaybetti. Âdem diğer yaratıklara egemenliğini de kaybetti. Onlar, Âdem Tanrı’ya itaat ettiği sürece O’na saygı duyuyor ve itaat ediyorlardı. Âdem, Tanrı’ya itaat etmekten vazgeçtiği andan itibaren diğer canlılar da ona karşı ayaklandılar.

Böylece ilk çiftin yaşam tarzı tamamen değişmiş oldu. Yaptıkları işler cennet bahçesindeki gibi hoş ve kolay değildi, geçimlerini sağlamaları için emek sarf etmeleri ve terlemeleri gerekiyordu. İleride çocuk sahibi oldukları zaman, Kayin’in diğer oğulları Habil’i kıskançlık yüzünden öldürmesi, yaşamları süresince kendilerine büyük acı veren bir tecrübe oldu. Ölüm onları da bekliyordu. Tabiat da onlara karşı ayaklanmıştı.  Vahşi hayvanlar azdı ve insanlara saldırmaya başladı,  hastalıklar, ahlaki yolsuzluklar, doğal afetler, felaketler ve daha birçok facia baş gösterdi.

Havari Aziz Pavlus, daha ileride şöyle yazdı: “Şimdiye dek bütün yaratılışın birlikte inleyip doğum ağrısı çektiğini biliriz.” (Romalılar 8:22).

Orijinal günah tüm trajik olaylarıyla, Âdem ve Havva’nın soyundan gelenlerin, yani asırlar boyunca dünyanın tüm uluslarının üstüne çöktü. Böylece ölüm tüm insanları sardı çünkü hepsi günah işlemiş oldu. “Günah bir insan yoluyla, ölüm de günah yoluyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.” (Romalılar 5:12).

Madem ki “…Tanrı tüm ulusları bir tek insandan türetti ve onları yeryüzünün dört bir bucağına yerleştirdi” (Elçilerin İşleri 17:25) günaha bulaşmış kan, tüm dünyaya bulaştı. İlk insanın düşüşünden sonra, insanların kötü durumunu, Havari Aziz Pavlus, Romalılara yönelik mektubunda, 1. bölümün 21-32 ayetleri içinde, insana tesir eden, kısa bir trajedi halinde dile getiriyor. Bu satırları sadece okumak bile çok acı veriyor.

▶ Tanrı bu üzücü durum karşısında nasıl davrandı? Onları bu kötülüklerden kurtarmak için ne yaptı?

Eski Ahit, Tanrı’nın yarattıklarını tekrar yanına çekmek için denediği sayısız yollardan bahsediyor. Aziz Vasilios, İlahi Liturjisi’nin Büyük Duası’nda, Tanrı’nın insanları tekrar yanına çekmek için onlara ihsan ettiği büyük nimetleri, O’na karşı şükranlarımızla birlikte kısaca anlatıyor: “Çünkü Yarattığını terk etmedin Rabbim, ne de ellerinden bıraktın. Fakat çeşitli yollarla merhametini gösterdin, peygamberlerini yolladın, azizlerin vasıtasıyla mucizeler yarattın ve her kuşak senden hoşnut oldu. Peygamberler aracılığıyla biz kullarına konuşmuş oldun ve geleceğin kurtuluş yasasını verdin (Musa’nın vasıtasıyla), bize yardım etsinler ve bizi korusunlar diye melekleri yolladın.”

İlk iman şehidi Aziz Stefanos, Tanrı’nın özellikle İbrahim’in soyundan gelenlere ihsan ettiği nimetler hakkında Yahudilere detaylı bir açıklama yaptı (Elçilerin İşleri 7:1-53). Ne yazık ki Tanrı’nın çağrısına sadece belli kişiler karşılık verdi. Onların isimleri İbranilere yazılan mektupta geçiyor (11:2-38). Tanrı’ya bağlı bu insanların hemen hemen tümü, başkalarının sert tepkileri ve düşmanca tavırlarıyla karşı karşıya gelme özelliği taşıyor. Tanrı tüm bunlara rağmen hiçbir zaman insana olan ilgisini esirgemedi. En nihayetinde insanın esenliği için, uygun zamanda planını uygulamaya karar verdi.

Yukarıdaki bilgilerden anlamış olmalısınız: Cehennem Tanrı’nın bulunmadığı “yer”dir, daha doğrusu, insanın Tanrı’yı kovduğu durumdur.  Coğrafı  bir yer değildir. Tabii ki Tanrı cehennemi yaratmadı, insan  kendi hür iradesiyle Tanrı’yı hayatından kovdu (hala da bunu yapan bir sürü kişi var,  Gerasalıların Mesih’i kovdukları gibi) ve Tanrı’yı “bulundurmadığı” yeri yarattı. Bu hayatta ve öteki hayatta da insanın yaşamayı seçtiği “yer”dir, veya yaşam tarzıdır. Kutsal Babalarımızın anlattıklarına göre Işık olan Tanrı’yla ilişki kuran ve o Işıktan beslenen insanlar cennet olarak adlandırılan “yer’de yaşayacaklar.  Aynı ışığı cehennemlik olan insanlar, o aynı  işığı Ateş gibi hissedecekler, karanlık gibi algılayacaklar. Tanrı aynı sevgi Tanrısı’dır. Bizim O’na karşı duruşumuz değişir.

Yüzıllar boyunca filosofların sorduğu bu sorunun cevabını  Albert Ainstain çok yaratıcı bir şekilde ateist hocasına şöyle vermişti:

 https://www.youtube.com/watch?v=B5md1YyBibk

 

        (Pisidia Metropoliti Sotirios Trampas’ın “Gerçeği arama yolunda” kitabından alıntıdır.)

 

 

 

 

 

 

 

 

Tanrı cehennemi  mi yarattı?