20. İsa Mesih’in izinde
“Mesih`i örnek aldığım gibi, siz de beni örnek alın.”
(I.Kor.11:1)
Havari Aziz Pavlos’un hayatını incelerken ve onun eşsiz ve harika çalışma gücüne tanık olurken şu soru ortaya çıkıyor; onu bu kadar yücelten sır neydi? Şüphesiz, güçlü kişiliği, egosantrik olmayan özel hayatı, fakat en önemlisi İlahi lütuf ve tüm dikkatini Mesih İsa’nın etrafında odaklanmanın hayatının tek amacı olmasıydı. Bu onun insanlara gerçek, içten ve faydalı yaklaşımının sırrıydı ve İsa Mesih’den kaynaklanıyordu. Havari Aziz Pavlos, Şam yolunda karşısına çıkan İsa Mesih’in bizzat kendisine hitap etmesinden sonra edindiği tecrübe ve kendisine açıklananlar yüzünden hissetikleri onu derinden sarsmıştı. Zaman geçtikçe, RAB İsa’ya beslediği sevgi ruhunun derinliklerinde büyümeye başlıyordu. Musa’nın Yasası şöyle diyordu: ”Dostunu sev ve düşmanından nefret et.” (Mat.5:43). Fakat kendisi İsa’nın düşmanı olmasına ve O’nun öğrencilerine düşmanca davranmasına rağmen, RAB İsa ona sevgi ile yaklaştı, onu esenliğe kavuşturdu, onurlandırdı ve Havarisi olarak seçti. Bu iki dünya arasındaki değişik ve farklı yaklaşım artık onun tüm hayatına anlamlı bir yön veriyordu.
Rab, Dirilişinden sonra O’na inanlara ve O’nu sevenlere görünmüştü. Diriliş misyonerlik faaliyetlerinin ölçütüydü. Pavlos yetersiz olduğunu kabul ediyordu. Kendisini bir ”canavar” gibi görüyordu! (I.Kor.15:5-8) Daha sonraki yıllarda Romada’ki Hristiyanlar’a: “Tanrı ise bizi sevdiğini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü” diye yazıyordu (Rom.5:8). Tüm bunlara rağmen, RAB İsa’ya beslediği sevgi onun yetersizliğini yendi! O sevgi Pavlos’u esir etti. Artık kendisini İsa Mesih’in ”kulu” hissediyordu. Başka bir rütbe yerine ise kendisine bu ünvanı seçiyordu ve Mektuplarına bundan böyle: ”Pavlos, İsa Mesih’in kulu” diye imzasını atıyordu (Rom.1:1). Bir kul olarak, Rab’binin beğendiği şeyleri uygulamaktan başka hiç bir şey düşünmüyordu. Tüm insanlığa yardım etmek maksadıyla katlandığı tüm zahmetlerle ve zulümlerle, insanların övgüsünü almayı değil Rab’binin beğenisini kazanmayı arzuluyordu. Galatyalılar’a: “Eğer hâlâ insanları hoşnut etmek isteseydim, Mesih`in kulu olmazdım” (1:10).
Her sorunu için dua aracılığıyla İsa’ya yöneliyordu ve Rab’binin cevabını olumlu veya olumsuz, olduğu gibi kabul ediyordu. Korintliler’e: ”Bana sivri uçlu bir tahta gibi acı veren problemimden, Rab’bime beni azad etmesi için üç kez yalvardım. O da bana: ”Benim lütfum ve desteğim, seni üzen sorunu yenmene yeterli.” cevabını verdi” diye yazıyordu. Bu cevaptan sonra, içinde Mesih’in gücünü hissettiği sürece hastalıklarıyla memnuniyetle övünebilirdi (II.Kor.12:8-9). Misyon gezilerinde, Rab’binin onun adımlarını götürdüğü yerlere devam ediyordu. Pavlos, Frigya ve Galatya’dan sonra ikinci Misyon gezisinde Efes’i ziyaret etmeyi düşünüyordu. Fakat Rab onun yönünü değiştirdi ve bu sefer oraya gitmesi nasip olmadı. Doğu Marmara (Bythynia) bölgesine gitmeyi tasarladığı zaman aynı durumla karşılaştı. Rab onun yoluna engel çıkardı ve kendisi Troas’a doğru yol aldı. Orada Rab bir vizyonla buyruğunun Pavlos’un Makedonya’ya gitmek olduğunu belli etti ve kendisi bunun üzerine yeni bir diyara doğru yöneldi (Elç.İşl.16:6-10). Her zaman dua aracılığıyla, Tanrı’nın isteklerini bilmek istiyordu ve faaliyetlerini ona göre ayarlıyordu. Bunu misyonerlik çalışmalarında prensip olarak tutmuştu ve bu konuda yol arkadaşlarını da etkilemişti. Gördüğümüz gibi Kudüs’e gideceği zaman, Sezariye’de Kudüs’e gidip gitmemesi sorun olmuştu. Yol arkadaşları o zaman ona: ”Rab’bimizin istediği olsun” diye cevap vermişlerdi (Elç.İşl.21:14).
Pavlos varoluşunda: “Mesih`le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu`na imanla sürdürüyorum.” (Gal.2:20) diyebilecek kadar kendini İsa Mesih ile özdeşleşmiş hissediyordu. Bu yüzden hayatında başına geleceklerden hiç kaygılanmıyordu çünkü yalnız olmadığını biliyordu. Onun ”taptığı” Rab İsa Mesih devamlı yanıbaşında bulunuyordu. Şayet böyle olmasaydı, Hatunsaray’da taşlanmasından sonra, herkesin onu ölü sandığı sıralarda, taş yığının altından tekrar nasıl ayağa kalkabilirdi ki!
Sadece ayağa kalkmakla yetinmedi aynı zamanda, İncil’in vaazını diğer şehirlere de duyurmaya devam etmek için kilometrelerce uzaklara gitti. Pavlos’un vücudu devamlı kırbaç darbeleri yüzünden yara bere içinde kalmıştı fakat kendisi buna seviniyordu çünkü Rab’bi İsa gibi kırbaçlanmıştı ve yediği çeşitli darbeler yüzünden bedeninde taşıdığı izlerle: ”Rab İsa’nın izlerini bedenimde taşıyorum” (Gal.6:17) diye övünüyordu.
Pavlos’un hayatında en önemli unsur, toplum ve İsa Mesih ile tek vücut olmasıydı. Sadece o zaman onun devamlı sarfettiği şu sözlerine anlam verebiliriz: “Yaşarsak Rab için yaşarız; ölürsek Rab için ölürüz. Öyleyse, yaşasak da ölsek de Rab`be aitiz.” (Romalılar 14,8). Roma cezaevinde tutuklu bulunduğu ve yargılanacağı günü beklediği dönemde bile her ne şekilde olursa olsun, çıkarılacak mahkeme kararı onu hiç korkutmuyordu. Ölüme mahküm olması bile onu tedirgin etmiyordu. Aksine onu diliyordu ve Filipililer’e: “Dünyadan ayrılıp Mesih`le birlikte olmayı arzuluyorum; bu çok daha iyi.” (Filip.1:23) diye yazıyordu. Her insanı saran ölüm korkusunu yendiği için Rab’bin kendisine buyurduğu her yere yenilmez bir cesaretle gidebilirdi ve hiç tereddüt etmeden Neron’un saray avlusundaki insanlara din konusunda konuşabilirdi. Hapishaneyi bile vaaz alanına çevirmişti.
Havari Aziz Pavlos’un asıl amacı her konuda İsa Mesih’i benimsemek ve O’nun izinde yürümekti. Havari Aziz Petrus’un yazdığını uyguluyordu: Mesih, izinden gidesiniz diye uğrunuza acı çekerek size örnek oldu. (I.Pet.2:21). Bu yüzden cesaretle “Mesih`i örnek aldığım gibi, siz de beni örnek alın” (I.Kor.11:1) diye yazıyordu.
Bu derin duygularla ve mutlak kişisel inançla, Havari Aziz Pavlos hayatının son aşamasına kadar geldi. Derken, Roma hapishanesinde ikinci kez zincire vurulmuştu. Her şey, yaklaşmakta olan mahkeme gününde, onun ölüme mahküm edileceğini gösteriyordu. Buna rağmen, Efes’te tayin ettiği sevgili öğrencisi ve yol arkadaşı Timoteos’a son mektubunu yazma cesaretini buldu. Artık ona son vasiyetini veriyordu. Onu yaklaşmakta olan korkunç olay hakkında hazırlamak amacıyla: “Çünkü kanım adak şarabı gibi dökülmek üzere. Benim için ayrılma zamanı geldi. Yüce mücadeleyi sürdürdüm, yarışı bitirdim, imanı korudum. Bundan böyle doğruluk tacı benim için hazır duruyor. Adil yargıç olan Rab o gün bu tacı bana, yalnız bana değil, O`nun gelişini özlemle beklemiş olanların hepsine verecektir” (II.Tim.4:6-8) diye cesaret veriyordu.
Onun bu sözleri ne kadar saf bir vicdan gösteriyor! Ne muhteşem bir ruh! Ne derin bir hoşgörü! Onun hayatının son günlerini daha güzel sözlerle yazabilecek insan mevcut olabilecek mi acaba?
Ses kaydιnι dinleyiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=kMlqGFecmJA
Havari Aziz Pavlus’un Hayatı – Bölüm 20
SOTİRİOS TRAMPAS, PSİDYA METROPOLİTİ, AZİZ PAVLOS, DÜNYA ULUSLARINA GÖNDERİLEN ELÇİ
20. İsa Mesih’in izinde